Şaşkınlığımı atlatmaya çalışıyordum fakat onun aptal sırıtışı buna engel oluyordu. Onu umursamayarak Sinem'e döndüm.
"Sen onu tanıyor musun?!" dedim cırtlayarak. Eğer öyleyse gerçekten kafayı yiyebilirim.
Kaşlarını çattı. "Sen onu tanıyor musun?" dedi şaşkınca.
"Hayır. Yani, evet. Sen de mi tanıyorsun?" dedim olayı anlamaya çalışarak.
"Sen onu tanıyor musun yani? Hayır ben tanımıyorum. Şey diye söylemiştim, hani..." dedi ama giderek sesini alçattı.
"Ne diye söylemiştin?" dedim sorarak. Kesinlikle kafayı yiyecektim! Neden açıkça söylemiyordu ki?
Onun kıkırdamasını duyunca gerildim. Olayı sadece ben mi anlamıyordum?
"İsterseniz olayı anlatayım bayanlar." dedi alayla. Hızla ona döndüm.
"Sana soran olmadı çocuk! Hem sen beni mi takip ediyorsun?" dedim bağırmamaya çalışarak. Otobüsteki yolcular bizi dışarıya atabilirdi. Yani, ben olsam öyle yapardım.
Yüzünde yine o anlam veremediğim gülümseme belirdi. "Tamam, siyah gül. Peki." dedi ve önüne döndü. Yeniden Sinem'e döndüm.
"Şunu doğru düzgün söylesene Sinem." dedim soluyarak.
Kulağıma eğildi. "Sadece yakışıklı olduğu için bakmanı söyledim, yoksa onu tanıdığım falan yok." dedi fısıldayarak. Sonra pencereye döndü. Yanakları kızarmıştı.
Gerçekten mi?! Sinem onu beğenmiş miydi cidden?! Tamam, sakin ol Biray. Sakin ol. Beğenebilirdi yani. Fakat yinede saçmalıktı!
Şoför otobüsün kalkmasına iki dakika kaldığını söylediğinde ayakta olanlar yerlerine geçmişti ve otobüs sonunda hareket etti.
Başımı koltuğa yasladım. Sinem'in o yabancıyı beğenmesi garibime kaçıyordu. Bana göre o sıradandı. Belli etmemeye çalışarak soluma baktım. Telefonuyla uğraşıyordu. İnceledim onu. Sinem'in neden dikkatini çektiğini anlamak istedim. Teni esmerdi, gözleri renkliydi ama rengini bir türlü çözemedim. Dudağının hemen üstünde küçük bir ben vardı. Saçları dağınıktı, koyu kahverengiydi. Boyu uzun değildi. Üzerinde soğuk havaya rağmen gri bir t-shirt vardı. T-shirt gergindi. Onu öylece izlediğimin farkına vardığımda önüme döndüm ve sıkıca gözlerimi kapattım. Neler oluyordu? Bu yabancı benim hiçbir şeyim değildi. Sadece beni ölümden döndürmüştü, tabii buna öyle denilirse yaşamak istemeyen biri için kesinlikle kahramanlık yapmış olmadı. Saçamıktı bunların hepsi. Karşıma tekrar çıkması ise tam bir felaketti.
Kafamı dağıtmak için telefonumu çıkardım ve eski fotograflarıma bakmaya başladım. İlkinde en son abimle çekildiğim bir fotograf vardı. Abimle ikimiz arabaların yıkandığı yerdeyiz, orada çalışıyoruz. Abim su fışkıran hortumu havaya tutuyor bende ona sarılıyorum. İkimizde gülüyoruz. Sanki hayatımız muhteşemiş gibi, sanki annemiz hiç ölmemiş gibi, sanki babamız hiç yanmamış gibi. Gülüyoruz. Son gülüşümüzdü bu birlikteyken. Bir anda kalbime bıçaklar saplanmış gibi hissettim. Boğazımda koca bir düğüm oluştu nefes alamadım. Gözlerim doldu fakat akmalarına izin vermedim. Veremezdim, yapamazdım. Telefonu gücüm yettiği kadar sıktım. Yaralı elim acıyordu ama telefonu sıkmaya devam ettim. Sırf o tekrar yanımda olsun diye her şeyimi verirdim. Her şeyimi. Annem, babam, abim ve dostum. Tekrar onlara sarılabilmek için her şeyi yapardım. Fakat hiçbir şey elimden gelmiyordu.
Sinem beni dürtünce zorlukla yutkundum ve telefonu sıkmayı bırakıp ona döndüm.
"İyi misin?" dedi endişeyle. Bu soru çok aptal bir soruydu. Bu soruya kim doğru cevap veriyor merak ediyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Elem Rengi #Wattys2016
Novela Juvenil"Balık olmak istiyorum..." dedim fısıltıyla. "İsteme," dedi aniden bir ses. Geriye bakmak için döndüm. Ayakta dikilmiş gökyüzüne bakıyordu. Nereye baktığını anlamak için bakışlarını takip ettim. Aya bakıyordu. "Fil ol. Tilki tek başına yapamaz." G...