0.7

819 37 13
                                    

Mine'den...

Hayatımda doğru kararlar almayı Deniz'in gitmesi ile bırakmıştım. Önce hedefim için biraz çabalamış, ardından pes etmiştim. Geçmişe bakacak olursam hayatım konusunda bir çok konuda tavrım netti. Deniz'in o zamanlar fakir olmasını, küçük bir sanayide çalışmasını, nasırlaşan ellerini umursamamıştım. Gözüm kör, kulağım sağırdı. Hiç şüphe duymadan bırakmıştım kendimi onun kollarına. On beş yıl boyunca ona olan sevgim gram azalmamış, aksine daha da artmıştı. İlk tavrımı onu annemle tanıştırdıktan sonra koymuştum. Annem ilişkimizi bitirmek zorunda olduğumuzu, bunun basit bir heves olduğunu söylemişti. Öyle olmamıştı ama. Ona direnip Deniz'i sevmeye devam etmiştim. Daha sonra onunla birlikte devlet üniversitesine gitmeye karar vermiştim. Aynı fakültenin farklı bölümlerinde olmuştuk. O aralar ailemle aram iyice bozulduğu için çoğu zaman yine ona sığınıyordum. 'Sen benim uçsuz bucaksız denizimsin' diyordum. Onda kaybolmayı seviyordum. İlk sigaramı da onun sayesinde içmiş, bir defasında anneme yakalanmıştım. İlk birlikteliğimizde, herkesten habersiz hamile kalışımda, yine habersiz bir şekilde evlenmemiz de hep sonuçlar aynıydı. Annem tavrını koymuş, bende ona karşı tavrımı koymuştum. Her şey bir yana, Ege'yi kucağıma aldığım ilk an olgunlaştığımı fark ettim. Anne olmak basit bir terim gibi gözükmüştü gözüme. Kesinlikle öyle değildi. Olay sadece temel ihtiyaçlarını karşılamakla bitmiyordu. Korktum, annem gibi bir anne olmaktan çok korktum. Yine uçsuz bucaksız denizime sığındım. Hep korudu, kolladı beni. Elimi hiçbir zaman bırakmadı. Biz bütün sorunları beraber hallettik de, ilişkimiz konusunda hiçbir şey yapamadık. O gitti, ben bittim.

Şimdi yine fedakarlık yapmam gerekiyordu. Oğlum için, canımdan bir parça için, onun için... Sığındığım denizimde boğulmuştum ben. Bu sefer beni kurtarabilecek, elimi tutabilecek kimsem yoktu. Ya düştüğüm gibi kalkmasını bilecek, ya da pes edecektim.

"Kahve?" diye sordu Deniz. Uyuşmuş bacaklarımı yataktan sarkıtıp elindeki sıcak kahveyi aldım. Plastik bardak elimi yaksa da sesimi çıkartmadım. Bir yudum alıp yanımdaki komodinin üzerine bıraktım. Başıma giren ağrı göz kapaklarıma baskı yapıyordu. "Biraz uyumak ister misin?"

"Bilmem." deyip omzumu silktim. Gülümseyerek yanıma gelip yatağın ucuna uzandı. Kollarını açıp gelmemi bekledi. Bir süre durduktan sonra yorgunlukla kendimi onun kollarına bıraktım. İçime sığmayan acım gözyaşlarımla dışarıya taşarken nefesimi tuttum. Deniz saçlarımı okşamaya başlayana kadar direnebileceğimi düşünüyordum. Ondan aldığım destekle ağzımı açıp hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettim. Bu halimi sevmediğini biliyordum. Hep dalga geçerdi ben ağladığımda. Yine dalga geçsin istiyordum, kızarmış suratıma bakıp kahkaha atsın, sonra burnumu öpüp saçlarımla oynasın. Ege hasta olmamış olsun, evimize gidelim. İşlerime ara verebilirdim belki bir süre. Leyla idare edebilirdi. Deniz'in yanından ayrılmaz, Ege'yi de hiç yanımızdan ayırmazdım. Deniz gitmezdi. O zaman Ege'nin hastalığı için değil, gerçekten daha mutlu olabilmek için bir bebek doğurabilirdim. Hem yanımda iki tane prens varken hiç zorluk çekmezdim. Kızım olursa fırfırlı elbiseler, süslü etekler alırdım. Saçlarını çeşitli şekillere sokardım. Hem bana yol arkadaşlığı da ederdi. Tekrar oğlum olursa da Ege'de olduğu gibi komik yazılar bulunun tişörtler, minik takım elbise alabilirdim. Kız ya da erkek olmasının önemi yoktu. Bizim aramızda bir bağ daha bulunması yeterdi.

***

Mine, Deniz ve Lara sahile yakın bir parkta oynuyorlardı. Lara'nın gücü kendisini sallamaya yetmediği için babasından yardım alıyordu. Mine ise yüzünde buruk bir tebessümle onları izliyor, her bir kareyi hafızasına kazıyordu. Belki de Deniz'in gitmesinden korkuyordu. Lara salıncaktan hevesini aldıktan sonra inip kaymaya başladı. Ona ihtiyacı olmadığını anlayan Deniz, Mine'nin yanına dönüp sıkıca sarıldı ona.

ONUN İÇİNHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin