"Ona söz verdim." Yanlış duyduğumu sansam da öyle değildi, elindeki soda şişesiyle oynuyorken birden söylemişti.
"Ailesini kaybetti. Tanıştığımız gün. Ve ona bizimle kalabileceğini söyledim. Onu sevmediğimi en başından beri biliyordu." Omuz silktiğinde kafamdaki çarklar dönmeye başladılar. Jihoon'un o gün ne halde olduğu, Hoshi'nin nasıl hissettiği ve ne tür bir saçmalığa bulaştıkları...
Bunu her zaman saklasa da ailemizin ölümünden odukça etkilenmişti. Vicdansız kişiliği muhtemelen Jihoon'a bu yüzden sökmemişti. O da ailesini kaybetmişti, üstelik yalnızdı. Tanrım, bunu nasıl da iyi saklıyordu!
"Onunla birlikte olmak güzel ama beni biliyorsun, çabuk sıkılıyorum." Bana içini dökmesi bir yana, kafası oldukça karışık gibiydi. Pizza kutusunu itekledim ve bakışlarım hala masadayken kafamı salladım. Onu tabii ki tanıyordum. Sadece Jihoon'u bilmiyordum.
"Seninle daha iyi anlaşıyor gibi, yani onunla..." Sıkıntılı bir şekilde oflayıp elindeki sodayı bir dikişte bitirdi. Muhtemelen Jihoon'la konuşmamı istiyordu.
"En başta birbirinize arkadaşça yaklaşsaydınız ve Jihoon bu evde sadece arkadaşın olarak yaşıyor olsaydı..." Ben de ofladım. Olan olmuştu, keşkeler ile daha da sıkılmaya gerek yoktu.
"Onunla bir ara konuşurum." Kestirip attım ve pizza kutusunu tekrar önüme çektim.
"Bizimle yaşamaya devam edebilir. O iyi biri. Sadece, ben ona nazaran daha kötüyüm." Düşündüğüm gibi, yeni birilerini bulacak ve hayatına devam edecekti. Bu süreçte Jihoon'un bok gibi hissetmesine sebep olacaktı orası ayrı tabii.
"Sen eve farklı birileriyle geliyorken bizimle yaşamaya devam mı edecek?" Kaşlarımı kaldırarak sorduğumda ruhsuzca kafasını salladı.
Aslında şu an onunla ilgili konuşuyor olmamız bile ona bir miktar değer verdiğini gösteriyordu. Kendini kötü olmaya zorladığı o kadar belliydi ki, keşke buna gerek olmadığını bilseydi...
"Boş ver, halledeceğim." Sandalyeden kalkıp mutfaktan çıktı. Boş soda şişesine bakakalmıştım.
Günün geri kalanı —Hoshi'yle mutfakta konuştuğumuzdan sonrası— ne Jihoon onun odasından çıkmış, ne de Hoshi'yi tekrar görebilmiştim.
Aklımda dolanan birkaç düşünceyi savurdum ve kütüphaneye gitmek için kalın hırkalarımdan birini alıp evden çıktım. Açıkçası projeye ara verdiğim için araştırmalarım da son bulmuştu fakat yapacak başka bir şeyim olmadığı için burada kafamı dinlemeyi tercih ediyordum.
Titreşen telefonumla kafamı masadan kaldırıp gelen mesaja baktım. Jisoo kafeye gelip gelemeyeceğimi soruyordu. Muhtemelen sıkılmıştı ya da bir sorun vardı. Ardından bir mesaj bildirimi daha aldım. Numara rehberimde kayıtlı değildi fakat mesajı okuduğumda bunun Jihoon olduğunu anladım.
Jisoo'ya ne olduğunu soran bir mesaj gönderip Jihoon'un mesajını tekrar okudum. İyi hissetmediğini ve eve gelip gelemeyeceğimi soruyordu. Muhtemelen Hoshi'yle konuşmuşlardı.
Mesajıma herhangi bir geri dönüşte bulunmayan Jisoo'yu önemsemedim ve bana bile garip gelen bir hızla kütüphaneden çıkıp otobüse bindim. Geldiğim gibi dönerken de yürümeyi planlıyordum fakat hem hava soğumuştu, hem de acelem vardı. Başından beri uzak durmaya çalışıyordum ama bugün bana, olanların tam da merkezinde olduğumu göstermişti.
Bir anahtarım olduğunu unutmuş, hızla zili çalıyordum. Tuhaftır ki berbat görünen bir Jihoon bekliyordum. "Gelmişsin..." Suratında güller açan ve normale nazaran daha da enerjik bir şekilde beni içeri çekiştiren Jihoon fazlasıyla beklenmedikti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
into you
Fanfiction"Mutsuz olma, güzel şeyler yaşa." Tüm samimiyetimi kattım harflerimin, kelimelerimin içine. Sonra, onu son kez öpmeme izin verir mi diye sormak istedim. Ama bu sonrası için zor olurdu. Onu unutmam gerekiyordu. Ve her unuttuğumda bugünü de hatırlamak...