Arzu, vahşice ve belki de akıl almaz hislerimi içeriyordu. Aklımı kaybediyordum, başım dönüyordu. Fakat pratikte ben, dokunamıyordum bile. Beni engelleyen şey ise apaçık ona olan sevgimdi. Evet, arzu aşk ile birleşince tam olarak çıkmaza düşüyordum. Ellerim yanıyordu. Kendime hakim olmam gerekiyordu ve o, genelde bana yardımcı olmuyordu. Muhtemelen birbirimizden haberimiz yoktu. Olsaydı o da gitmezdi zaten. Sanırım ben de bu kadar kaybolmuş hissetmezdim.
Profesöre tam olarak bunun gibi —daha resmi tutmaya çalıştım ama siktir edin— bir dosya verip dersine girmeyi kestim.
Bahçede beni yakalayana kadar gayet iyi kaçıyordum ondan.
"Kwon Soonyoung! Neredeyse dönem bitti diye dersime girmeye bir son mu verdin?" Alaylı ses tonuna karşı kafamı sağa çevirip gözlerimi devirdim. Sikik bir lanetti bu, evet öyleydi. Eğer o saçma proje olmasaydı bunları yaşamayacaktım.
"Her neyse, dersimden geçtiğini söylemeliyim. Doğru sonuca ulaşmışsın, insan aşık olduğuna kıyamaz. Arzuları onu çıldırtsa bile." Şefkatli hali yine kendini beğenmiş bir tona bürünüp "Neyse ki karım da en az benim kadar çılgın, çok şanslıyım." diyene kadar şaşkındım.
O günün devamında biraz tuhaftım. Profesör haklıydı, aslında bunun farkındaydım fakat doğru kelimeleri bir türlü bulamamıştım. Jihoon'a kıyamıyordum ben. Sırf bu yüzden hislerimi de gizlemiştim. O giderken bile devam etmiştim buna.
"Belki de böyle olması gerekiyordu." Mırıldanıp kapıyı açtım ve direkt odama yöneldim. Masamın üstündeki anahtarları hızla kapıp balkona doğru yürüdüm ve eskiden nasılsa öyle olması için kilitledim üzerindeki tüm kilitleri.
"Ne halt yiyorsun?" Kapının pervazına yaslanmış Hoshi'ye çevirdim gözlerimi. Kaşlarını çatmış bir balkon kapısına, bir de bana bakıyordu.
"Görmezden gelmen gerekmiyor muydu?" Üzerimdeki hırkayı çıkarıp bir köşeye atarken sordum.
"Artık beklemeyecek misin?" Şimdi hafif şaşkınlık vardı halinde. Bu durumla bu kadar ilgilenmesi tuhaftı. Hayır, onun ilgili olması tuhaftı.
"Gelse bile eskisi gibi olmayacak." Omuz silktim. İlk zamanlardaki gibi acı vermiyordu, şükürler olsun.
"Vay be, düşündüğümden hızlı oldu." Onun gibi aylarca depresyonda olmadığım için şaşkındı sanırım. Sonra Hoshi'nin suratı düştü, bunu belli etmemek için elinden geleni yapıyor gibiydi fakat Japonya ona apaçık yaramamıştı. Eski hali o kadar da baskın değildi.
"Gelse bile bir şeyin değişmeyeceğini söylüyorsun yani?" Ona cevap vermedim. Daha fazla odamda durmadı zaten.
Su içmek için mutfağa gittiğimde hazırlanmış evden çıkmak üzere olduğunu gördüm. Nereye gittiğini sormak istesem de sormadım ve gözlerimi masaya dikip bir bardak suyu tek dikişte içtim.
Gidip biraz kitap okusam iyi olacaktı.
•••
Kararsız bir şekilde adımını atıp bara girdi. Gözleri sarı bir kafa arıyordu fakat onu kolundan kavrayan kişi artık sarışın değildi.
"Çocuk gibi olmuşsun böyle." Onun peşinden gidiyorken mırıldandı.
Jihoon çökmüştü, zayıflamıştı ve ölüyor gibiydi. Hoshi tüylerinin diken diken olduğunu hissetti karşı karşıya oturduklarında.
"Siktir, sen basbayağı ölmüşsün. Soonyoung'un da öyle olduğunu söylememi bekliyorsundur fakat o artık düzeldi. İyi görünüyor." Jihoon onun söylediklerine bir tepki vermedi. Sonra yavaşca kalabalık barda gezdirdi bezgin bakışlarını.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
into you
Hayran Kurgu"Mutsuz olma, güzel şeyler yaşa." Tüm samimiyetimi kattım harflerimin, kelimelerimin içine. Sonra, onu son kez öpmeme izin verir mi diye sormak istedim. Ama bu sonrası için zor olurdu. Onu unutmam gerekiyordu. Ve her unuttuğumda bugünü de hatırlamak...