üç

596 79 68
                                    

Rüyamda Jihoon'u görmenin verdiği tuhaf hisle bir süre tavanla bakıştım. Ciddiyim, oldukça tuhaftı. Son zamanlarda bilinçaltım ile irtibatımı kestiğimi sanıyordum fakat hiç beklemediğim bir anda oldukça garip şeylerle çıkagelmişti.

Küçüklüğümün geçtiği evi çok iyi hatırlıyorum. Ailemle birlikte yaşadığım, Hoshi ile iyi anlaştığımız zamanları yaşadığım o evi...

Jihoon'la o evin kış bahçesindeydik, kar yağdığını anımsıyorum. Kucak dolusu papatyası vardı, beni gördüğünde yaklaşıp birini kulağımın üstüne sıkıştırmıştı. Ve daha önce tanık olmadığım bir gülümsemeyle kaybolmuştu.

Lanet olsun, ne saçma bir şeydi bu. Bilinçaltım fazla sağlıksızdı.

Kalbimin üzerine oturmuş ağırlıkla sırtımı yatak başlığına dayadım ve Jisoo'ya bugün izinli olup olmadığını soran bir mesaj attım. Hafta sonumu odamda pinekleyerek geçirmek istemiyordum. Yarın kütüphaneye gidecektim belki ama bugün boştum ve en iyi seçenek Jisoo'ydu.

Fakat o meşgul olduğunu —ayrıca tonlarca özür de eklemişti— söyleyen bir mesaj atmış ve ben de üzerimi giyinip mutfağa inmek zorunda kalmıştım. En başta dediğim gibi, hayatım monotondu.

Kanepede kıvrılmış uyuyan Jihoon'u görmemle gözlerim bir iki saniye için şaşkınlıkla açıldı. Şaşırmam manasızdı. Uyuyacağı başka bir yer yoktu ki. Sevgilisiyle kavgalıydı ve benimle de yatamazdı. Yine de kötü hissetmiştim. Belki de vicdanım onu rüyama sokmuştu.

Dün geceki bakışlarını dikkate almasam da şu an kapalı gözleri bile bok gibi hissetmem için yeterliydi çünkü göz altları mordan daha koyu bir renge geçiş yapmışlardı. Bir an için uyuşturucu kullanıp kullanmadığını düşündüm ama sonra kafamı iki yana salladım. Sadece sinirleri bozulmuş ve biraz içmişti. Başına bir şey gelmeden evin yolunu bulduğu için şükrediyordum.

"Öldü mü yoksa?" Hoshi'nin uykulu sesiyle irkilip Jihoon'a bakmayı kestim.

"Onunla ilgilenmelisin." Arkamı dönüp tekrar mutfağa geçtiğimde mırıldandım.

"Buna sen mi karar veriyorsun?" Tavırlarının tersliği bugün ayrı bir sinirlerimi yıpratıyorken çatık kaşlarımı suratına diktim.

"Sikik sorumluluklarını bir kere de yerine getir." Benim aksime gevşek bir gülümsemeyle gerildi dudakları.

"İyilik yapası gelmiş..." Çocuklaşan ses tonuyla kelimeleri uzatıyorken ellerimi tezgaha dayadım ve sakin olmak adına gözlerimi kapadım. Evet, umursamayacaktım. İlişkileri beni ilgilendirmiyordu.

"Jihoonie~" Aynı ses tonu tekrar mutfak ve salonun birleşik olduğu ortamda yankılanırken Jihoon'un uyuduğu koltuğun yanına çökmüş, suratına doğru eğilmişti.

Bakmak istemiyordum fakat gözlerimi de ayıramıyordum.

Kabarık sarı saçlarında ellerini gezdirerek onları biraz daha dağıttı ve bir kez daha eğilip onu yanağından öptü. Sonra dudaklarından. Beynim benimle oynuyormuş gibi, küçücük bir an olsa da bunları yapan benmişim gibi hissettim. Kendimi izliyormuşum gibi. Bir ikizim olması böyle bir şeydi sanırım. Şükürler olsun ki saçlarımı boyatmak gibi bir planım yoktu.

Meyve suyu dolu bardağımı aldım ve onlara tekrar bakmadan odama doğru yürümeye başladım. Kitap falan okuyarak elbette atlatırdım bugünü.

•••

"Başlayacağım..." Sinirle kitabı fırlatıp hışımla yataktan kalktım. Aklımı bir türlü toparlayamıyordum, bu beni delirtiyordu.

Eski umursamaz kişiliğime dönmek istiyordum fakat Jihoon dünden beri aklımı işgal edip duruyordu. Onun yanında olmam gerekiyormuş gibi hissediyordum ama ortada bunu gerektiren hiçbir şey yoktu.

into you Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin