Rahatsızca yerimde kıpırdandım. Her sabah olduğu gibi, gözlerimi araladığımda beyaz tavanla karşılaşmayı bekliyordum. Beyaza dönük yumuşak saçlarla değil.
İlk birkaç saniye olanları sindirmekle vakit harcadım. Oda huzurlu bir sessizlikle doluydu, sağır olacakmış gibi hissettim bir an için. Sonra Jihoon'un kollarının hala bana sarılı olduklarını fark ettim. Gece olduğu gibi sıkmıyordu.
Gözlerimi saate çevirdim ve çoktan dersimin başlamış olduğu gerçeği kafama dank etti. Üniversite hayatı boyunca ders kaçırmayan biri olarak Jihoon sebebiyle bir ilk yaşamam tuhaf hissettirmişti.
Gülümsedim, sanırım hala kendimde değildim.
Sonra Jihoon'un belime kadar inmiş olan kollarını kendimden uzaklaştırıp midemin biraz üstüne yapıştırdığı suratını da üzerimden çektim. Hala onun bir kediye benzediğini düşünüyordum. Birkaç mırıltı bırakıp dudaklarını yaladığında buna emin oldum. Sevimli oluşu bir yana, çok çocuksu bir tipi vardı. Gece onu incelediğimi hatırlıyorum. Ama şimdi güneşin tüm ışığı onun suratında parlıyorken izlemek daha güzeldi. Onu tanıyormuşum gibi hissettiriyordu. Fakat söylediğim gibi, bu sadece histi. Onun hakkında bilgilerim sınırlıydı. Soyadını bile bilmiyorum. Adı Jihoon'du. Yirmi yaşında bir konservatuar öğrencisiydi. Ailesini kaybetmişti, kalacağı bir yeri yoktu. Burası dışında. Ha bir de, dans edebiliyor, şarkı söyleyebiliyordu. Buna dün şahit olmuştum. Gerçekten çok... Büyüleyiciydi?
Ayrıca, kötü biri gibi gözükmekten nefret ediyordu. Evet, benim gördüğüm Jihoon tam olarak buydu.
Düşüncelerim Jihoon mırıldanıp kıpırdandığında dağıldı. Yorgan üzerinden kaymak üzereydi ve tişörtü onun buraya geldiği ilk zamanlar gördüğüm kızarıklıkları gözlerimin önüne sermişti. Eski izler silik duruyorlardı. Mor ve kahverengi arasıydı genelde. Dayanamadım ve parmaklarımı üzerlerinde gezdirmeye başladım. Hemen çenesinin alt tarafında da vardı bir tane. Onları saymak eğlenceliydi. Son iki tanesi omzunun üzerindeydi. Net görebilmek için tişörtünü çekiştirdim.
'Kardeşim gerçekten de bir aptal.' İç çekip yaptığım şeye bir son verdim ve yataktan kalktım. Dolabıma yönelmiştim ki geri dönüp kaymış yorganı sıkıca Jihoon'un üzerine örttüm.
•••
"Gitti mi?" Üzerinde eski bir tişört ve her zamanki dağınık sarı saçlarıyla mutfağa giren Hoshi uykulu sesiyle sordu. Dün yaptığı salaklığı gözardı ettim ve kafamı iki yana salladım.
"Nerede o zaman?" İçtiğim meyve suyunu bitirdiğimde tekrar sordu.
"Odamda, uyuyor." Duyduğum kıkırtıyla bakışlarımı masadan çekip ona odakladığımda nasıl baktığımı bilmiyordum ama susmuştu. Uyku düzenim kafayı yediği için bir psikopat gibi hissediyordum.
"Ona kıyamayacağını biliyordum~"
"Senin gibi mi?" Umursamazca söyledim fakat umursuyordum. Lanet olası, tam da şu an onu dövmek istiyordum.
"Bak, Jihoon'dan nefret etmiyorum, sadece... Ne bileyim, beni biliyorsun. O tür ilişkileri desteklemiyorum." Onun benimle konuşmaya başlaması bile ilgimi çekmiyorken sandalyeden kalktım ve omzuna çarparak mutfaktan çıktım.
Jihoon yatakta bağdaş kurmuş, pencereden dışarıyı izliyordu. İçimde fokur fokur kaynayan sinir birden sönmüştü. Geldiğimi fark edince bana baktı ve suratındaki sersem ifadeyle güldü.
"Günaydın," Tekrar pencereye döndü. "Burası çok güzel."
O dışarıyı izliyorken dikkatim sadece yorgun gözüken bedenindeydi. Tekli pufa kendimi attım ve enerjik çıkmasını umduğum sesimle "Senin yüzünden dersimi kaçırdım." diye sitem ettim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
into you
Fanfic"Mutsuz olma, güzel şeyler yaşa." Tüm samimiyetimi kattım harflerimin, kelimelerimin içine. Sonra, onu son kez öpmeme izin verir mi diye sormak istedim. Ama bu sonrası için zor olurdu. Onu unutmam gerekiyordu. Ve her unuttuğumda bugünü de hatırlamak...