Küfredip yataktan kalktım ve bir süre sakinleşmeye çalışıp bunun mümkün olamayacağını anladığımda salona attım kendimi.
Eve geldiğimizde geceyarısıydı. Işıkların hala kapalı oluşu ve evden çıt çıkmaması kardeşimin henüz gelmediğini gösteriyordu. Yorgun olduğum için Jihoon'a odamda olacağımı söylemiştim. İşin aslı Hoshi'yle konuştuğundan dolayı —ki bu artık onun odasında kalmasının doğru olmadığını gösteriyordu, grup seks istemiyorsalar tabii— yatabileceği tek yer salondaki kanepeydi.
Onu orada bırakırken olabilecek şeyleri düşünmemiştim. Aklım fazla karışıktı ve cidden yorgunluktan ölüyordum. Fakat şu an, kelimenin tam anlamıyla, bok gibi hissediyorum.
Karanlık odaya inleme sesleri daha da yoğun geliyordu. Jihoon dizlerini kendine çekmiş, sırtını kanepeye dayamış yerde oturuyordu. Bir an ne oldu anlamadım, sanki kalbime milyonlarca iğne soktular. Annem ve babamın ölümünden sonra vücudumun karşılaştığı en ağır acıydı bu.
Elim kalbime giderken yutkunmaya çalıştım. Boğazımda oluşan yumru bana acı veriyorken sessizce ona yaklaşmaya başladım. Neredeyse sabah olacaktı ve o benim aksime hiç uyumamış gibiydi.
"Jihoon..." Bir an irkilip kafasını kaldırdı ve kan çanağına dönmüş gözleriyle karşılaştım. Uyumak için her şeyini verebilirmiş gibi duruyordu, onu uyutmayan şey ise açıktı.
Hala boş bir şekilde bana bakıyorken kim olduğumu bile anlayamamış gibiydi. Daha fazla dayanamadım ve bedenini kavrayıp onu kucağıma aldım. Bir zamanlar ikisinin beni uyutmaması komikti fakat gülmek için halim yoktu.
Kapıyı ayağımla ittirdim ve kucağımda kıvrılmış Jihoon'a kısa bir bakış attım. Çoktan gözleri kapanmıştı, bir kedi gibi görünüyordu. Hayvanlardan hoşlanmazdım ama o sevimliydi.
Aptal gibi gülümsediğimi fark ettiğimde kaşlarımı çattım ve düzgün bir şekilde yatağıma bıraktım bedenini. Bununla beraber gözlerini araladı.
"Uyu Jihoon." Mırıltıyla söyledim. Diğer odadaki sesler azalmak yerine artıyordu.
"Sen de." Duvara doğru kaydı ve tek kişilik yatağa girmem için yorganı kaldırdı. Sanki bunu yapmazsam gözleri tekrar kapanmayacakmış gibiydi. Nedense onun takıntılı olduğunu düşünmeye başlamıştım.
Karşılıklı bakışmamızı gözlerini devirerek -daha çok çalışmıştı- sonlandırdı ve ben de omuz silkip yatağa girdim.
Küçükken Hoshi'yle birlikte uyurduk. Ya ben onun yatağına yatıya giderdim ya da o benim yatağıma gelirdi. Bunu hatırlamamla suratıma hüzünlü bir ifade yerleşti. Nasıl da uzaklaşmıştık böyle...
"Seni önce o sandım." Duvardaki bakışlarımı ona çevirdiğimde bedenim de yan dönmüştü. Gözleri kapalıydı fakat konuşmak istiyor gibiydi, dudaklarını yaladı ve tekrar araladı onları.
"Muhtemelen hakkımda iyi düşünmüyorsun," Onu dikkatle incelemeye devam ediyorken çoktan uykum açılmıştı.
"İyi düşünmesen de olur çünkü karakterim mükemmel olmaktan çok uzak." Dudaklarında yorgun bir gülümseme belirdi fakat gözleri hala kapalıydı. İçimde ona dokunmak için kocaman bir istek oluştu.
"Ben de o kadar mükemmel sayılmam." Gülümsemesi büyüdü ve parmaklarım havada asılı kaldılar.
"Biliyorum."
Derin bir nefes alıp elimi geri çektim.
"Yine de..." Gözlerini araladı, bakışları suratımın her köşesine uğramıştı. O sıra yatağın ikimiz için küçücük olduğunu fark etmiş ve işaret parmağı yanağıma değmişken üşüdüğümü hissetmiştim.
Tanrım, bana dokunuyordu. Bundan rahatsız olmam gerekirdi fakat hemen hemen bir dakika önce bunu yapmak isteyen ben iken...
Gülümsemesi düştü ve bir şey demeden parmağını suratımdan çekti. İçimi kaplayan hayal kırıklığına bir anlam veremiyordum.
"Sarılabilir miyim?"
Cevap vermemi beklemeden kollarını karnımın biraz üstünden bana sardı.
Yeni ergenliğe girmemiştim. İlk heyecanlanışım değildi. Biri bana ömrümde ilk defa sarılmıyordu.
Siktir edin.
Tüm sesler kesilmiş ve kulağıma hafiften gelen tek ses Jihoon'un mırıltılarıyken arada sıkışmış kollarımı yavaşça beline koydum.
Muhtemelen uzun zamandır tüm bunlardan uzak kaldığım için bu kadar tuhaf hissetmiştim. Ya da tek derdim kardeşimin sevgilisini —eski— koruyup kollamak iken böyle bir duruma düştüğüm için tuhafsıyordum.
İnsanlar genelde yasak olan şeylere eğilimlidir. Yani, kurala ya da dokunulmazlığa sahip olan şeyler sizi her zaman daha da cezbeder. Bu aldatan ya da aldatılan insanları açıklıyor. Sahip olduğun şeye nazaran sahip olamadığın seni altüst eder.
Küçükken Hoshi'nin mavi güneş gözlüğünü kendi turuncu gözlüğümden daha çok severdim.
Kaybettiğimi sandığım arzum bir anda başgöstermişken midem bulanmış, tarifi imkansız bir hisle dolmuştum. İnce iki kol bana sıkıca tutunuyorken birinin bana ihtiyacı olduğunun bilincine varmış, gerçekten de olanların merkezinde olduğum suratıma bir tokat gibi çarpmıştı.
•••
Uyuyamamak nefret ettiğim şeylerin başında geliyordu. Bir de uyutulmamak. Jihoon huzurlu uykusuna dalalı yaklaşık yarım saat oluyordu. Fakat ben uyuyamıyordum. Birine sarılırken —biri bana sarılıyken— uyuyamazdım. Bu rahatsız ediciydi. Üzerimde bir yük varmış gibi hissediyordum. Onun normale nazaran oldukça zayıf olduğu gibi bir gerçek vardı tabii. Ama benim bahsettiğim fiziksel bir ağırlık değildi.
Kollarımı ondan çektim ve bedenimi de biraz uzaklaştırdım suratını görebilmek için. Kıçım açıkta kalmıştı fakat uyuyamıyorsam boş duramazdım. Bir şeylerle uğraşmam gerekiyordu. Yapabileceğim tek şey ise onu izlemekti.
Sınıfta bir kız, arkadaş topluluğuna hülyalı bir şekilde anlatırken kulak misafiri olmuştum; sevgilisiyle birlikte oldukları ilk gece yaptıkları tek şey birbirlerine sarılarak uyumak olmuş, tabii asıl kısım bu değil, kız —adını bilmiyorum— tüm gece uyuyamamış ve sevgilisini izlemiş. Bu çok güzel hissettirmiş falan filan.
Bunu hatırlamamla hevesim kaçsa da yapabileceğim başka bir şey olmadığı için gözlerimi suratına diktim.
Normaldi. Küçük gözleri kapalıydı. Çünkü uyuyordu. Dudakları muhtemelen dilini üzerinde çok fazla gezdirdiği için kızarmış ve tahriş olmuştu. İşaret parmağımı uzattım ve o kırmızı yerlere dokundum yavaşça. Bununla birlikte kıpraştı, kolları daha da sıkı sardı beni. En sevdiği ayıcığı olmadan, ona sarılmadan uyuyamayan çocukları andırıyordu. Ben bir ayıcık değildim orası ayrı.
Nefesimi yavaşça dışarı verdim ve işaret parmağımı yanağına doğru sürükledim. Yumuşacıklardı. Bu hoşuma gittiği için diğer parmaklarımı da yanağına koydum. Sonra güldüm. Sol elim de tam olarak diğer yanağını kavradığında hala gülümsüyordum.
Ve bir şey fark ettim. Tam olarak siktir diye mırıldanıp yutkunduğum andı. Böyle onu öpmeye hazırlanıyormuş gibi görünüyordum.
Gözlerim dudaklarını bulmadan hızla çektim ellerimi ve kafası yastığa düştü. Sonra —sanki milimler sonra yataktan düşmeyecekmişim gibi— aramızdaki mesafeyi hissetmiş olmalı, bana yaklaştı. Yastığa nazaran daha rahat olduğumu düşünüyordu sanırım. Acaba Hoshi'yle de böyle mi uyuyorlardı? Hoş onlar genelde uyumayı unutur vaziyetteydiler.
Saçma bir şekilde gözlerimi devirdim ve artık uyumak için yalvarıyorken tanrıya gözlerimi kapattım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
into you
Fanfiction"Mutsuz olma, güzel şeyler yaşa." Tüm samimiyetimi kattım harflerimin, kelimelerimin içine. Sonra, onu son kez öpmeme izin verir mi diye sormak istedim. Ama bu sonrası için zor olurdu. Onu unutmam gerekiyordu. Ve her unuttuğumda bugünü de hatırlamak...