Şiddetle bastıran yağmura tutulmuş ve sırılsıklam olmuştum. Dar sokaklarda bulabileceğim sıcak bir mekana mahkumdum şimdi. Evim çok uzak olmamasına rağmen bulunduğum konumdan gideceğim yere kadar olan mesafe bana kilometrelerce gelmişti. Bu yüzden de led ışıklarla aydınlatılmış ‘Cehennem Cafe’ yazısını gördüğümde az daha cama yapışıyordum. Kapının önünde dikilen iki bodyguard insanın kanını donduruyor ve tüylerimi diken diken ediyordu. Titrek bir şekilde gülümseyip içeriye girmek için adım attım. Ancak iri yarılı adamlardan teki önüme dağ gibi dikildi.
“Bir dakika hanımefendi!”
“Hı?” Evet, adamın çıkışına o kadar şaşırdım ki ağzımdan sadece bunlar çıkabildi. Sadece iki harf... Adam gafil avlandığımı anlamış olacak ki söylediklerini tekrar etti.
“Buraya ancak giriş izni olabilenler girebilir hanımefendi. Onun haricindeki kişilere kapalıyız”
Bunun anlamı ‘Giriş iznin yoksa sana hoşça kal’ demek. Peki, benim giriş iznim var mı? Tabi ki de yok! Bırakın daha önce buraya gelmeyi önünden bile geçmedim. Ancak civardaki tek sıcak yerde burasıydı. Bu yüzden de varmış gibi davranmaya başladım.
“Elbette var. Başka sorun yoksa içeri girebilir miyim?” dedim titrek çıkan sesime lanetler okurken. İri adam sakalını kaşıyıp beni baştan aşağı süzdü. Sanki tipimin buraya uygun olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Siyah deri ceket ve ıslanmış saçlarımla ne kadar uygun olabilirsem artık. “Bir sorum daha var. Kartınızı görebilir miyim acaba?” dediğinde dibe battığımı anlamış oldum. Şimdi ne halt yiyeceksin Hazan! Hızlanan kalbime söz geçirip ağzımı açtım. Ancak biri benden önce davrandı. “Onu içeriye alın” Tok ses imdadıma yetişmişti ve kurtarıcım olarak adını tarihe altın harflerle yazdırmıştı. Daha çok benim tarihime… Safir mavisi bakışlar gözlerime kenetlendiğinde daha önce bu adamı görmediğimi anladım. Yoksa nasıl unutabilirdim ki bu gözleri? Aval aval bakışlarımı başka yöne çevirip içeriye adımımı attım. Siyaha bürünmüş duvarlar ve etraftaki tehlikeli hava beynime sinyaller yolluyordu 'Çık dışarı' diye. Demir merdivenlerin hemen ucundaki küçük şeytan heykellerinin ağzından kırmızı bir sıvı akıyordu. Kafenin isminin niye 'Cehennem' olduğunu şimdi daha iyi anlamıştım. Dışarıdan gayet huzurlu gözükse de bu mekan insanın tüylerini ürpertiyordu. Tokuşturulan bardak sesleri kafenin korkutucu atmosferini bir nebze de olsa azaltıyordu. Gözüme kestirdiğim boş kırmızı bir tabureye oturdum. Yanımda oturan adamların bakışlarını görmezden gelip yiyecekten çok içki veren garsona gülümsedim. Genç kız, vücudu dövmelerle kaplı adamın içkisini verip bana döndü. "Ne alırdınız?" dedi ağzında sinir bozucu bir şekilde çiğnediği sakızını patlatarak. Çiğneyişini yoksayıp sakinliğimi bozmadım. Çünkü ben öfkelenirsem buranın adına layık olacak bir gösteri sunardım. "Alkolsüz kokteyl lütfen" deyip bakışlarımı kalabalığa çevirdim. Kafeden çok burası bir bara benziyordu. Sarhoş olanlar, sapıklar, kusan insanlar kaynıyordu burada. Hepsi de kendini diğer insanlardan soyutluyorlardı. Doğrusu onları kıskanmamak elde değildi. Sorunlarını unutup kendilerini şu ana odaklıyorlardı. Olacaklara değil... Ben de aynısını yapma ümidiyle önümdeki alkolsüz kokteylimi yudumlamaya başladım. Bardağımın yarısı boşalmıştı ki yanımda bir silüet belirdi. "Yavaş git" deyip bacaklarını taburenin demirine dayadı. Tabure dediğime bakmayın uzun bar taburelerinden bu ve adamın bacağı en az bir buçuk metre gibi gözüküyordu.
"Niyeymiş?"
Bana karışılmasından nefret ettiğimden ters bir cevap vermek makul görünüyordu. O da terslediğimi anlamış olacak ki kavisli kaşlarını sinirle çattı. Ancak kaşlarının eski haline geri dönüp yüzünde alaycı bir gülümseme oluşması pek sürmedi. Kollarını göğüs hizasında birleştirip beyaz dişlerini gözler önüne serdi. "Çünkü sarhoş olursan bir daha seni kurtarmam haberin olsun" dedi bilmişçesine. İşte o anda jetonum düştü. Kahretsin! Bu adam beni içeriye sokan adamdı ve ben onu tanıyamamıştım. Gözlerine baksaydım anlardım ama o an uzun bacaklarını dikizlemek ile meşguldüm. Kurumuş olan deri ceketimi üzerimden sıyırıp masaya koydum. Siyah saçlarımı savurup ona utangaç bakışlar attım. "Üzgünüm, sizi bir an tanıyamadım" deyip başımı suçlu bir çocuk gibi önüme eğdim. Elleri çenemi kavradığında acındırıcı ifademin işe yaradığını düşündüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BEYAZA TUTSAK(Kitap Oldu.)
RomantizmHazan ve Hakan… Hayatın acımasız pençesine takılmış iki kardeş… Et ve tırnak gibiydi ikisi. Birbirlerinden bir an olsun ayrılmazlardı. Ancak zamanla, büyüdükçe araya bambaşka bir engel girdi: Uyuşturucu… Bu beyaz illet insanı her geçen gün ruhunu...