Pipetimi Frappucinomun içindeki buzlara ulaşabilmek için şöyle bir karıştırdığım sırada kapıyı omzumla iterek açıp sıcak yaz havasına çıktım. Sıcağa aldırış etmeden caddelere dökülmüş insanlar, işlerini halletmek için aceleyle oradan oraya koşturuyorlardı. Ama ben değil...
Ben, tüm sınavlarımın bitmiş olmasının rahatlığıyla, bugünü rahat geçirmeyi kafama koymuştum. Kaldırımda yürürken adımlarım tembeldi, oyuncu bir şekilde cizgilere basmadan yürümeye çalışıyordum hatta ve soğuk içeceğimden yudumlar alırken neşeliydim.
Bakışlarımı kaldırımın desenlerine odaklamışken karşıdan gelenleri unursamıyordum bile. Yaz, benim mevsimimdi ve sonunda tüm o sikimsonik derslerden kurtulduğum için artık yaz tatilimin tadını çıkarabilirdim.
Ailem yazı evde geçirmem için beni Phoenix'e çağırmışlardı ama tatilimi Los Angeles'ta geçirmek varken o çölden bozma yere dönmeye hiç niyetim yoktu. Phoenix'te yaşamak için fazla beyaz ve hassas bir cildim vardı ve bu yaz, korkunç görünüşlü güneş yanıkları yerine mükkemel bir bronzluğu yakalamak istiyordum. Bunun için de Los Angeles'ın kumsalları kesinlikle daha doğru bir karar olacaktı.
Üstelik öbür ay yapılacak olan Cupid's Undie Koşusu'na katılmak istiyordum, sadece iç çamaşırıyla bir mil koşulan bir maratonu kim kaçırmak isterdi ki? Tüm o seksi popoları düşünün bir!
Çizgilerden birine basmamak için tökezlediğim sırada, yandaki binalardan birinin kapısının önüne çökmüş olan kızla göz göze geldim. Sekiz yaşından büyük olamayacak kız, boncuklarını dizmekle uğraştığı kolyeden gözlerini ayırıp bana bakmıştı. Kendimi toplarlayıp yoluma devam etmeden önce sırıtıp kıza göz kırptım.
"Ah!"
Hem çizgiye basmayayım hem de kız göz kırpayım derken karşıdan gelen çocuğa omuz atmıştım. Hatta bilek atmıştım belli ki çünkü kemiklerimiz tokuşmuştu ve canım acıyordu.
"Özür dilerim!" dedim çarptığım çocuğa bakmak için gerilemeye çalışarak ama çocuktan uzaklaşamadım çünkü yapabildiğim tek şey onun kolunu da kendiminkiyle çekiştirmek olabilmişti. "Ah, sanırım bilekliklerimiz birbirine dolanmış. Vay canına, ne kadar da çok bilekliğin-"
Ne kadar da çok ve ne kadar da tanıdık!
"- var."
Kafamı şokla kaldırıp çocuğun yüzüne baktım. Michael Clifford'ın yüzüne!
"Siktir oradan."
Benim şaşkınlığımın farkında olmadan bileğini benimlinden uzağa çekiştirmeye çalışıyordu. Kırmızı dudaklarını hafifçe büzmüş, kaşlarını çatmıştı. En sonunda kolunu benden bu şekilde kurtaramayacağını fark edip durdu.
"Böyle bir şey nasıl mümkün olabilir anlamıyorum." dedi güzel aksanıyla. Kelimelerinin akışı benim için aynı anda hem çok yabancı hem de çok tanıdıktı.
"Bilmiyorum." diye geveledim ağzımda, hala sersemlemiş bir haldeyken. Bugün daha da güzel olamaz diye düşünürken belli ki çok yanılmıştım. Ama siktir edin, değil mi!?
"Tamam, bizi buradan kurtaracağım." diyerek kolunu benimkiyle birlikte yüzüne doğru kaldırdı. Az önce farklı yönlere yürüyor olduğumuzdan, bilekliklerimiz de birbirlerine garip bir yerden takılmışlardı ve şu an kolum tuhaf bir açıyla Michael Siktiğimin Clifford'ının gözlerinin önünde uzanıyordu.
Boyu o kadar uzundu ki kolumu biraz daha kaldırsa, yerle doksan derecelik bir açıyı yakalayabileceğime emindim. Kafasını aşağı doğru eğip tek gözünü kısarak düğüm noktasını incelemeye başladığında hayran hayran onun güzelliğini inceledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Being Michael Clifford
Short StoryBambaşka birinin bedenindeydim. Ben, Michael Clifford olmuştum.