3- Fiyasko

1.6K 148 28
                                    

Aksan işi tam bir fiyaskoydu.

Aslında sadece Calum'la birlikte oturuyorken her şey iyi gidiyordu. Çünkü Calum çok fazla konuşmamış, sadece kahvaltı ederken bana eşlik etmişti. Ya da ben ona... Konuştuğu zamanlarda da ona kısa cevaplar vererek söylediklerini onaylamıştım ve hiçbir sorun çıkmamıştı. Üstelik bir şeyler yerken o güzel suratını izleme şansım da olmuştu ki bence bu bir lütuftu.

Ben yeni durumumun keyfini sürerken Ashton ve Luke'un gelmesiyle her şey karışmıştı. Luke'un çenesi hiç durmuyor gibiydi. Yani, kim sabahın köründe bu kadar konuşacak enerji bulabilirdi ki?

Onun ortaya attığı sorulardan kaçınmaya çalışırken ise daha da odağı olmuştum çünkü... Sessiz bir Michael Clifford?

"Zaten o ekmeği de on saattir kemiriyorsun, sorun ne?" diye sormuştu. Ama bu sadece benim normal yemek yiyişimdi...

Gece pek iyi uyuyamadığımı söylemek de beni kurtaramamıştı. Çünkü hemen ardından, az önce mesajına neden cevap vermediğimle ilgili bir sorgulamaya maruz kalmıştım. Michael'ın telefonunun şifresini bilmiyordum ki! Luke'un zorlamalarıyla o kadar çok yalan söylemekten kafam iyice karışınca da patlamıştım işte. Ashton bugün saçımın iyi göründüğünü söylemişti ve...

Teveccühünüz mü? Cidden mi, Charlotte?

Dalga geçtiğimi sanmalarına izin vererek ekmeğimi kemirmeye geri dönmüştüm.

Şimdi aşırı lüks, siyah camlı bir minibüsün içinde 5SOS çocuklarıyla bilmediğim bir yere gidiyordum. Tabii, karşımdaki çocuklardan biri eksikti. Çünkü o benim, hatırlarsanız!

"Bugün biraz garip görünüyorsun, Mikey, iyi misin?" siye sordu Ashton sessizce bana doğru eğilerek. Luke kafasını telefonuna gömmüş, bizimle hiç ilgilenmiyordu. Calum ise, minibüse binmeden önce ekipten birinin eline tutuşturmuş olduğu kağıdı okuyup tur tarihlerini mırıldanıyordu.

Nereye gidiyor olduğumuzu bilmeyişim beni içten içe çılgına çevirmişti ve kafamın içinde küçük bir parçanın aşırı düşünmekten hafif hafif tütmeye başladığına emindim. Gittiğim yerde bir performans sergilemeye kalkarlarsa ne yapacağımı gerçekten bilmiyordum çünkü elime orta okuldan beri gitar almamıştım ve almış olsaydım da Michael'ın normalde attırdığı o soloları hayatımın herhangi bir döneminde çalabilir miydim, bilmiyordum.

Ah, tabii bir de, o küçük ayrıntıyı atlamışsam beni bağışlayın, ben gerçek Michael Clifford değildim!

"Biraz yorgunum sadece." derken yine aksanı unuttum. Sikeyim. R harfinden gerçekten nefret ediyordum. Belki de gerçekten Avustralyalılar gibi ben de bu harfi kullanmayı bırakmalıydım, diğerlerinin arasında kaynatıverirdim işte.

Calum, dakikalardır okuduğu kağıttan en sonunda başını kaldırdı.  "Tamam, galiba oldu."

"19 Şubatta turumuzun Japonya ayağı başlıyor. İlk konser Nagoya'da. Ardından 20 Şubat, Osaka. Sonra Tokyo var, o da..." Tek gözünü kapatıp tarihi hatırlamaya çalıştığında ona göz devirdim.

"23 Şubat." dedim, az önceki mırıldanmalarını hatırlayarak. "28 Şubat'ta da Taiwan'dayız."

Tanrıya bin şükürler olsun ki Şubata daha aylar vardı. Ve ben o süreçte eski halime dönmeyi ve bu bedeni Michael Clifford'un kendi yetenekli ellerine teslim etmeyi planlıyordum. Tek sorunum, bunu nasıl yapacağımı bilmiyor oluşumdu.

Calum elindeki kağıdı kucağıma bırakarak bana samimiyetsiz bir gülücük attı ve "Madem o kadar iyi biliyorsun..." diyerek görevi tamamen bana devretti. Aslında bu işime gelebilirdi. Röportaj boyunca hiç konuşmayıp, yine de tur tarihlerini söylediğim için bu işten yırtabilirdim ve kimse de tüm röportajda sessiz durduğumu söyleyemezdi.

Being Michael CliffordHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin