"Burcu mu o?" dedim titreyen sesimle.
"Evet." diye mırıldandı Arda. Gözlerim hâlâ biraz önce kapanmış olan kapıdaydı. O kızın evine, o kıza mı gelmişti?
"Aras'a bir şey söyleme. Onunla ben konuşacağım." dedim tekrar arabaya ilerlerken. Kolumdan tutup durdurdu beni.
"Mutlaka mantıklı bir açıklaması vardır." dedi hafif bir tebessüm ederek.
"Olsaydı, şimdiye kadar söylemez miydi?" dedim yine titreyerek. Kendimi sıkmıyor olmama rağmen ağlamamıştım. Oysa ki dokunsan ağlayacak vaziyetteydim. "Sanırım, bitti Arda..."
"Ne?" dedi ikisi de.
"Zaten üvey kardeşken bile mutlu olmamız fazlaydı. Bir yerde patlak verdi işte. Benden, bu yasaktan vaz geçti. Başkasını seçti, ve ben onu kaybettim." dedim ve ağlamaya başladım. Sonunda bende dolmuştum işte. Önce babamın annemi aldatması, sonra boşanmaları ve babamın o kadını bana tercih etmesi. Ardından üvey abime aşık olmam. Tüm bunlara karşılık mutlu olmam saçma olurdu. Her insan farklı şekilde sınanıyordu ve benim sınavımda buydu. Ağlayarak bir taksi durdurdum.
"Miray, yalnız gitme." diye Esin'e bir süre baktım. Ardından bir şey demeden taksiye bindim ve ağlamama devam ettim. Nereye gideceğimi bile bilmiyordum. Eve gitmek istemiyordum. Artık o evde yaşamak dahi istemiyordum. O evde, aynı çatı altında yaşamak bizi kardeş yapmıyor muydu? Nereye gidebilirdim ki?
Beni düşüncelerimden ayıran şey ise şoförün "Hanım efendi, nereye gidiyoruz?" diye sorması oldu. Ben bile bilmiyordum ki. O an, aklıma gelen adresi söyledim.
Taksi, eski bir gece kondunun önünde durunca parayı uzatıp arabadan indim. Etrafıma bakma gereği bile duymadan eski kapıyı ittirip içeri girdim. Salih abi, arkasını dönmüş birkaç kitabı yerkeştirmekle meşguldü. Geldiğimi bile fark etmemişti. Adım attığımda çıkan hafif ses üzerine arkasını döndü. Beni görmesiyle ilk başta gülümsese de, bakışları yüzümde gezindikçe gülümsemesi kayboldu. Ağladığımı anlamış olmalıydı.
"Miray kızım, hoşgeldin." dedi sevecen bir tavırla.
"Hoşbuldum." dedim çatallaşmış sesimle.
"Otur bakalım şuraya." diyerek kolumdan tuttu. Ardından karşıma oturup dikkatle baktı bana. "N'oldu kızım sana böyle? Gözlerin kıpkırmızı. Ağlamışsın belli."
"Ağladım..." diye mırıldandım.
"N'oldu, anlat bakalım."
"Ben, nasıl derim bilmiyorum." dedim yanağım tekrar ıslanırken. Kalbimin taşıyamadıklarını gözlerim özgür bırakıyor, özgür kalanları bedelini yine kalbim ödüyordu. Sonra yine taşıyamıyordu. Ne tür bir kısır döngüydü bu, anlayamamıştım. Nasıl denirdi ki? Üvey abime aşık oldum, o da beni bıraktı. Böyle mi söylemeliydim? "Kaybettim onu..." diyebildim yalnızca.
"Aras'la ilgili, değil mi?" diye sorduğunda şaşkınlıkla baktım ona. Gülümsedi. "Şaşırma, anlamıştım zaten."
"Nasıl?"
"Bakışlarınızdan. Aras benim oğlum gibidir ve emin ol daha önce kimseye öyle bakarken görmedim onu."
"Ama biz..."
"Biliyorum, kardeşsiniz. Ama üvey kardeşsiniz." Kafamı olumsuz anlamda salladım.
"Beni, bana baktığı gibi sevmiyor. Kaybettim onu..." dedim ağlamaklı çıkan sesimle.
Bir kız için, sevdiği tarafından sevildiğini zanneden bir kız için tamamıyla çaresizliği temsil eden bir cümle değil miydi bu?
Beni, bana baktığı gibi sevmiyor...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ÜVEY (Düzenleniyor)
Novela JuvenilHayattan çok fazla bir beklentim yoktu. Yalnızca beni annem kadar çok seven biri daha olsun istemiştim. Sanırım bu listenin başında da babam vardı. Kendisi birkaç yıl önce annemi çok üzmüş, sonrada yurt dışında kendisine yeni bir yuva kurmuştu. Biri...