Birtakım Yeni Başlangıçlar

528 41 28
                                    


Sanılanın aksine sıcak bir sonbaharın boğucu güneşi her yeri sarmaktaydı. Babam her zamanki rahat tavrıyla bir iki günden bir şey olmaz diyerek beni okula geç kaydettirmişti. Pazartesi başlamam gereken okula çarşamba günü başlayacaktım. Evet, günlerden çarşambaydı. Söylene söylene beni uykumdan uyandıran alarmı susturup başımın üzerine yastığımı kapattım. Birkaç dakika kendime gelmeye çalıştım. Ben uyku mahmurluğu içinde yerimden doğrulup halıyla bakışırken annem odaya dalıverdi.

"Haydi şekerim uyan artık!" diye seslendiğini duyduğumda istemeye istemeye yataktan kalkıp bu kez halıyla değil dolabımdaki giysilerle bakıştım. Özensizce bir kot ve bir tişörtü giysilerimin arasından aldım ve üstümü giyindikten sonra banyoya gidip aynanın karşısına geçtim. Tanışalım mı? Ben Başak. Gözlerim yeşil ve saçlarım açık kumraldır. Gözlerimin tam yeşil mi ela mı olduğu çözülebilmiş değil. Ben yeşil diyorum. Orta boylu ve orta kilolu bir kızım. Yüzümde beni rahatsız eden şey dudağımın üzerindeki yaraydı. Okulun ilk haftası beni görür görmez benimle yüzde yüz alay edebilecekleri bir yara. Bundan dolayı yüzümü beğenmesem de bunu kapatacak zamanım yoktu. Zamanım olsa bile kapatıcı kullanmıyordum. Beni çirkin gösteren bu yara için yeni okul stresinden kaynaklanan bir kişisel bakımı abartma hatası diyebilirim.

Tüm çekingenliğimle aynada kendimi inceleyip çirkin bulmayı bir kenara bırakırken acilen dişlerimi fırçalayıp kahvaltıya inmem gerektiğinin farkındaydım. Annem bir kez daha seslenince homurdanarak aşağıya indim. İstemiyordum işte. Dağın başında Allah'ın bile unuttuğu bir okula gitmek istemiyordum. Babam kapıda benim gelmemi bekliyordu ve benim sızlanmayı bir kenara bırakıp çok sevdiğim liseye (!) gitmem gerekiyordu. Babamla beraber yirmi dakikalık bir yürüyüşün ardından minibüsle okula vardığımızda -evet kesinlikle geri dönmek istedim- bu daha başlangıçtı.

Ayaklarım geri geri gitmek istiyordu. Okula girdiğimde tören bitmişti. Babamla vedalaşmıştım. O geri dönerken onu izlemeyi bıraktım. Sonradan adının Özden olduğunu öğrendiğim İngilizce öğretmeni bana kendi girdiği okul kapısını açtı ve bir seferliğine öğretmenler merdiveninden çıkmama izin verdi. Biraz daha aceleci davranmazsam derse geç kalabilirdim. Neyse ki sınıfımı bulduğumda ders henüz başlamamıştı. İçeri girdiğimde herkes kendi halindeydi. Hiç sıcakkanlı insan yoktu ve ben buradan daha şimdiden nefret etmeye başlamıştım. Bütün sıralar dolu olduğundan en öndeki sıraya çantamı koydum ve oturup beklemeye başladım.

Birkaç dakika sonra elinde kitaplarla ve cetvelle hoca içeri girdi. Ders neydi acaba? Elinde gördüğüm öğretmen
9. sınıf konu anlatımlı matematik kitabından bir çıkarımda bulunmuştum. Hah, evet! Bir sözelcinin en seveceği ders bu! Matematik... Ders kitabını gördüğümde bile midem bulanmıştı. Belki de bu derse alerjim olabilirdi. O kadar çalışıp dershanedeki deneme sınavlarında 450 üzeri puan aldığım halde SBS'den 327 puan almış olmamı matematiğe borçluydum. Doğru cevap verdiğim sorulardan gelen netleri matematik sayesinde kaybetmiştim. Ondandı bu nefretim.

Dersin ilk dakikalarında tanışma faslından sonra zeka oyunu oynadık. Bir matematik dersinin girişine de bu yakışırdı zaten. Emel hoca bizi düşündüğü için yanında bir sınıfa yetecek kadar kurşun kalem, kırmızı kalem ve silgi dağıttı. Bunun maksadını sonradan anlamıştım: Öğrenciyi derse motive edebilmek. Güzel bir başlangıç yapıp başarılı bir sene geçirmemizi temenni ettikten sonra ikinci ders derse geçeceğini söyledi.

Zil çalınca orta boylu, siyah uzun saçlı, kahverengi gözlü bir kız yanıma oturdu. Bense müzik dinliyordum. Dalıp gitmiştim öylece.

Yanıma oturan kız "Ne dinliyorsun?" diye sordu meraklı meraklı. Duymadığım için kulaklığı çekip kendi kulağına taktı. Ters ters baktım ona. Bu kez "Tanışalım." dedi ve ekledi: "Ben Ecem."

"Ben de Başak." dedim. Birbirimize tanışmaktan memnun olduğumuzu belirttikten sonra biraz koridorda dolaştık ve kantine indik. Tam bir şeyler alıp geri dönerken arkamı döner dönmez orada olmadığını fark ettim. Ecem beni daha ilk dakikadan kantinde tek başıma bırakıp kaçmıştı. Elimde yiyecek bir şeyler vardı. Hızlı hızlı merdivenleri çıkıp sınıfa gitmek istedim. Koridor bomboş olduğuna göre ders başlamıştı. Hay aksi şeytan! Zilin çaldığını fark etmediğim için derse geç kaldım. Özür dileyip yerime geçtim ve Ecem'e ters ters baktığımda güldüğünü gördüm. Komik değildi haydi ama!

O gün matematik dersinden başka kayda değer sıkıcılıkta bir dersimiz yoktu ama enerjim yedi ders saatinin ardından tükenmişti. İlk haftada olduğumuz için öyle yoğun geçen bir ders de olmamıştı. Sıcağın altında servis beklemekten okulun bahçesinde kök saldığım bir günün sonunda kolumu kaldıracak hâlim kalmamış bir şekilde servise bindim ve evin yolunu tuttum.

Eve gidince ilk işim kendimi yatağa fırlatmak olacaktı ki bir sürü eksik okul malzemesi olduğunu olduğunu hatırladım. Bir liste hazırlayıp babamın dükkanına uğradım. Biraz para alıp kırtasiyeye gittim ve eksiklerimi tamamladım. Dizilerde anlatılanlar kadar heyecanlı, atraksiyonlu bir lise hayatı beklemiyordum ama şimdiden de böyle olacağını da tahmin etmiyordum. Taa ki o güne kadar. Ve nihayet bu okuldan nefret etmediğim ilk günün şerefine! Artık gerçekten mutluydum.

SessizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin