Kelebek Etkisi

35 1 1
                                    


Güne Pera'nın bir şarkısı ile uyanmak güzeldi. Günaydın yeni okul sabahı. Günaydın güneş ve gökyüzü. Günaydın gardırobunun önünde ne giyeceğine karar vermeye çalışırken tarlası yanmış köylü gibi bekleyen ben.

Şimdi uyumak vardı ne güzel. Telefona bakayım bari biraz. Sabah sabah ne günaydını ya? Öldürün beni ölmek istiyorum. Acaba merdivenlerden düşsem de okula gitmesem mi ki? Ya da servisten inip okula diye uzaya mı gitsem? Saçlarımı örsem mi yoksa açık mı bıraksam? Yoksa kafamı mı koparsam? Bilemedim şimdi.

Servisten indikten sonra öncelikle sınıfa oradan da kantine indim. Kantinde Ecem'i görmemle beraber kantinden çıkmam bir oldu. Aynı ortamda bile bulunmak istemiyorum sinirimi bozmakta üstüne yok. Ama yine de arkasından konuşacak kadar adi değilim. Yüzüne söylerim elbet.

Kıyafet kontrolü yapılacağı için aşağıya indim. Bizim sınıfın sırasında yerimi aldıktan sonra Can'ın nerede olduğuna bakmaya çalıştım ama ortalıkta değildi henüz. Sonra onu aşağıya inerken gördüm. Cemre, Umut ve benimki. Onu gördüğümde o tanıdık his yine beni buldu. İçimde bir kıpırtı hissederken önüme dönmek zor olsa da başımı başka yöne çevirdim. Artık bana "Ne bakıyorsun?" diye fırça çekmeyecekti ama yine de birine uzun süre bakmak ona kendini huzursuz hissettirebilirdi. Benim yanımda kendini huzursuz hissetmesi isteyebileceğim son şeydi.

Neyse ki beni kendime getiren şey her sabah rutini olan konuşmalar oldu. Müdür iki saat konuşunca kulaklarımız kanadı arkadaşlar.

Yeter be adam, hay çenenin bağına... Yok efendim aidat vermeyenler, okul kıyafetlerini giymeyenler, tuvaletleri insan gibi bırakmayanlar ve bunun gibi daha bir sürü şey işte. Bilmem ne bilmem ne. Nereden müdür yaptınız acaba bu adamı? Hangi kafayla bilemedim şimdi. Adam sayısalcıları göklere çıkardı, bizi yerin dibine soktu. Eşit ağırlık okuyoruz suç mu? Sanki her matematik yapabilen zeki oluyor, gerizekalı. Her sayısalcı üstün zekalı biz de malız değil mi? Aptal ya, resmen ahmaklık bu. Whatsapp durumuna yazdığınız şiirlerin dizelerini de sayısalcılar yazıyor zaten. Sözelciler değil ben yanlış biliyorum galiba. Her cümlenin sonuna "Velhasıl, albayım, azizim" koyan da şair oluyor zaten.

Daha 14-18 yaş aralığında olan birisi ne kadar tükenmiş olabilir ki? Hayatın her şeye rağmen güzel olan yanlarını görmedik belki bile. Hayatın baharını daha görmemişken neden şikayet ederiz ki?

İç sesim iyice abartılı tepkiler vermeye başladı. Neyse bugün ne sınavı vardı? Dil ve Anlatım. Güzel zaten konular basitti. Yüksek not gelir mi? Evet gelir.

İkinci saat çalıştığım arkadaşlarımla beraber otururken sınav yerlerinin yazdığı kağıt geldi. 9-B sınıfında 12. sıradaydım. İyi bari arka sıra sessiz sakin geçip oturayım dedim. Sınava da az kaldı. Bekleyelim bakalım.

Herkes yeni yeni oturduğu sırada bizim sınava hangi hoca gözetmen olacak diye bakmak için kapıya çıkar çıkmaz karşımda uzun boylu, ela gözlü, uzun kumral saçları olan oldukça yakışıklı çocukla göz göze geldim. Bu kadar övdüğüme göre kim olabilirdi ki? Elbette ki Can. Onunla kısa bir süre için çok yakın olmak mideme yumruk yemiş gibi hissettirdi. Heyecan içinde geri çekilerek Can'a sınıfa geçmesi için yol verdim. Sonra da yerime geçip oturdum. Can orta sıralarda ilerleyip arkadaşının yanına oturduğunda önümde duran notlara son bir kez daha göz gezdirdim. Bana baktığını fark edebiliyordum. Kalbim boğazımda atıyordu sanki. İçimde kelebekler uçuşmaya başlamıştı yeniden.

Ve sınav nihayet başladı. Hoca kâğıtları dağıtır dağıtmaz çözümleri yapmaya başladım. Sınav zor değildi zaten bu yüzden hızlı hızlı yaptım. Sadece bir boşum vardı. Tam boş bırakacağım, kâğıdımı hocaya vereceğim diye düşünürken sırada birdenbire yanımdaki kız boş bıraktığım sorunun cevabını söyledi. Hoca da kızın söylediğini fark edince bana bakıp sırıttı ama bir şey demedi. Kâğıdımı vermek için ayağa kalktım bu kez de sıra sıkıştı. Bugün kesinlikle aksilikler günüydü. Geri sırama dönerken Can'ın delici bakışlarını üzerimde hissediyordum, o an kan yanaklarıma hücum etti. Karşımda otuz iki diş sırıtırken bırakın kızarmayı, morarmadığıma şükrediyorum. Bugün akşam uyumadan önceki utanç VTR'm hazırdı. Hoşlandığım çocuğun önünde az kalsın yere kapaklanacaktım.

Okul çıkışı havanın soğuk olmasına aldırmadan servisimden indim ve ön bahçeye ilerledim. Can bugün dershaneye gidecek galiba Ecem'in servisine bindiğine göre.
Servisin içinde beklerken tost peyniri Canan'ın da Ecem'in servisine bindiğini gördüm.

Şu kızı her gördüğümde omuriliğinden askılık, saçlarından süpürge, etlerini de lime lime edip kıyma yapasım geliyor. Hamarat kızım sonuçta. Öyle bir nefret.

İçimde büyük bir hırsla izlemeye devam ettim. Can, Canan'ın geçmesine izin vermiş ve ona gülümsemesi ihmal etmemişti. Hayranlıkla izliyordu onu. Bu kız ne zaman defolup gidecekti bu okuldan! Nefret güçlü bir duyguymuş onu da şimdi şu anda öğrendim sayesinde tabii.
Bilerek doldurmadım gözlerimi. Engel oldum kendime. Çünkü ağlarsam kendimi durduramam
biliyorum.

Şu anda kalbim ellerinden düşen cam bardak gibi tuzla buz oluyor ve ben kırılma sesini duyuyorum. Yutkundukça o cam kırıkları batıyor ciğerime. Ben bir astım hastasıyım ve bu his tam anlamıyla gökyüzünü ciğerlerimde hissetmek gibi.

Ayaklarım beni zorla servise götürürken kendimi berbat hissediyordum. Ya da bilmem, hissedemiyordum. Ben şuan hiçbir şey hissetmiyordum. Eve duygusuz gittim. Bu kaçıncıydı? Yemin ederim artık acımasız olacağım dedim kendime.

Çantamı rastgele fırlatıp üstümü değiştirdikten sonra aç olmadığımı hissedip yemek yemedim. Başım çatlıyordu ağrıdan. Sinirimi bir şeylerden çıkarmam lazımdı. Annem ve kardeşlerimin evde olmamasını fırsat bilip cam bardağı duvara attım ve parçalanmasını izledim.
Sonra en keskin parçayı alıp avucumda tuttum. Elimi hızlıca sıktım ve psikopatça kahkaha atmaya başladım. Avucumun içi kanla doldu ve yere kan damlamaya başladı. Aynı anda attığım kahkahalar acıya ve göz yaşlarına dönüştü. Haydi ama! Kalbim kadar parçalanmadı bu cam parçası. Öyle kötü sıktım ki cam parçası avucumun içinde daha da kırılıp bir parçası yere düştü. Avucumu açtığımda bayılmak üzereydim. Kesik derindi ve berbat gözüküyordu. Kısa çaplı bir sinir harbinden çıkar çıkmaz elimi saklayacak bir şey bulmam gerektiğinin farkındaydım. Elimi soğuk suyla yıkarken şişmiş gözlerle aynada kendime baktım. Korkunç görünüyordum. Ölü gibiydim. Anahtar sesiyle sessizce bir küfür savurup elimi saklayacak bir bez ararken bir ses duymamla olduğum yere çakılıp kaldım.

''Başak! Konuşmamız gereken şeyler var, aşağıya gel hemen.'' diye seslendi annem.

İşte şimdi en aksi gündü.







SessizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin