Bahar Gülüşlü Adam

116 19 0
                                    


Sınıfın en dedikoducu çocuklarından biriydi Burak. Nerede birinin bir şey konuştuğunu duysa gider ispiyonlardı birilerine. En çok da Zekiye ve Melike ikilisine yardım ediyordu. Yine öyle normal bir günde Ecem'le ben Can hakkında konuşuyorduk.

Ecem yüksek sesle "Kanka şimdi sen Mahmut Can'ı seviyorsun ya..." deyince başımdan aşağıya kaynar sular döküldü.

"Ya birileri duysaydı?" diye ona kızdım da. Tuğrul bu dediğimi duymuştu zaten o arada.

"Neyi duysaydık Başak? O ibneyi sevdiğini mi?" dedi Tuğrul ve hunharca güldü.

"Merak etme arkasından dedikodu yapınca hala erkeksen o da senin kadar erkektir." diye anında cevabı yapıştırdım.

Fena bozulmuş bir Tuğrul vardı geride. Ya da ben öyle sanıyordum.

"Mahmut da o Umut da ibne. Bir de kep takıp geliyorlar. Popüler zannediyorlar lan kendilerini." dedi Tuğrul.

Can'a Mahmut diyerek aşağıladığını zannediyordu mal.

Bu sefer Ecem ikimizin adına cevap verdi: "Sen ne kadar erkeksin acaba onları yargılıyorsun? Kesip attığı tırnak etmezsin onların." dedi.

"Benimki ... gibidir yalnız. İlla ispatlayayım mı erkek olduğumu? Onu mu istiyorsun? Ne oldu? Kalırsın işte öyle göt gibi." dedi Tuğrul. Ecem'in oturduğu sıraya ellerini koyarak ona doğru eğilmişti.

"Terbiyesizsin işte pislik. Bir kızla nasıl konuşulur onu bilmiyorsun daha. Neden sevgilin yok şimdi daha net anlaşılıyor." dedi Ecem.

Tuğrul gittikten sonra Ecem'le rahat rahat konuşabildik.

"Kanka artık Can'la konuşman lazım." dedi Ecem.

"Ecem anlamıyorsun değil mi? Onunla konuşursam ne tepki vereceğini nereden biliyoruz? Cemre var yanında, Ecem var. Kötü konuşurlar, etkilerler onu. Bana diyorsun da o kadar kolaysa sen de Umut'la konuş." dedim.

"Ya Başak, Can'a âşık olan sensin. Git konuş çekinme. Ayrıca ben sadece Umut'tan hoşlanıyorum o kadar. Senin kadar büyük hislerim yok benim." dedi Ecem.

"Konuşamam ya, o kadar cesaretim yok. Hislerimi ona ancak yazarak açıklayabilirim." dedim.

"Mektup gibi mesela. En sevdiği renkten zarf yaparsın, çok da güzel olur." dedi Ecem.

Bu diyaloğu da Burak geçerken duydu tabi. Sonra da sınıf öğrendi kısa sürede. Anıl da Can'ın en yakın arkadaşlarındandı. Bana iyi niyetli yaklaştığını düşündüm ilk başta aslında ama düşündüğüm gibi olmayacaktı.

"Kız Başak, sen Mahmut'u mu seviyorsun?" dedi Anıl gülerek.

Benim amel defteri tam şu anda has closed! Evet sevgili din kardeşlerim, tam olarak şu anda vefatı gerçekleşen genç merhumenin namazı Yeni Ahmet Camiinde kılınacak ve cenazesi Karşıyaka Mezarlığına defnedilecektir. Kendisine Allah'tan rahmet, yakınlarına başsağlığı dileriz.

Tam o an afalladım, kızardım, renk değiştirdim resmen. Ben bir şey söylemeden o anlamıştı.

"Ya gidip konuşsana. Bir şansını dene ne kaybedersin?" dedi Anıl.

Korkuyordum ama söylemezdim elbette Anıl'a. Zaten arkadaş çevresi olarak tüm okulla dalga geçmeye meyillilerdi hep.

"Anıl, söyledim ama konuşmuyor ki. Dinlemedi bile beni. Sen gidip Can'la konuşsan bir ayarlasan bahçede buluşsa iki..." derken Ecem'in sözünü kestim.

"Ecem yeter! Bıktım ya, rahat bırak beni. Konuşmak istemiyorum diyorum nesini anlamıyorsun?" diye bağırdım.

Herkes bize bakıyordu resmen. Genel olarak sessiz sakin bir kız diye bildikleri için sesimi yükselttiğimde tuhaflarına gitmiş olabilirdi.

"İyi ne hâlin varsa gör. Eğer yarın bir gün sevgilisi olursa karışmam ona göre. Sonra oturur ağlaya ağlaya günlüğüne yazarsın." dedi Ecem.

"Bazen çok kırıcı oluyorsun." dedim.

"İşine gelirse." der gibi omuz silkti. Ben de onunla daha fazla konuşmayıp önüme döndüm. Tepki vermekte haklıydım. Arkadaşım bile olsa benim hayatıma karışmasına, beni manipüle etmesine izin veremezdim. O nasıl kendi özel hayatına karışmama izin vermiyorsa benim de doğal olarak hakkımdı.

Dersler sıkıcı geçiyordu. Çok fazla bunalmıştım okuldan. Acaba yarın okula gelmese miydim ki?
Ama yazacağım mektup... Kahretsin ya mecbur muydum sanki?

Eve gider gitmez ilk işim şu mektup işini halletmek oldu. Mor renkli bir kartondan irice bir kare kesip zarf yaptıktan sonra üzerini güzelce süsledim. Zarf hazırdı ve şimdi çok güzel görünüyordu. Önemli olan mektubun içinde yazanlardı. Çizgisiz bir kâğıtta önden ve yanlardan gerekli boşluğu bıraktıktan sonra kendimi hayal gücümün derinliklerindeki gizli dünyanın kapılarını aralarken buldum.

"Kalbimin en derinlerinde saklı hazinem, Can;

Bana bu satırları yazdıran senin güneşi kıskandıran gülüşündür. Sen benim şiirlere küstüğüm zamanda beni edebiyatla barıştırıp bana yeniden şiirler yazdıran, güçsüzlüğümde beni bir dişi aslan misali güçlü yapan en değerli varlığımsın. Öyle ki sen şu koskoca gökyüzünde milyonlarca yıldıza karşın bir tanecik Ay'sın. Ey benim derdime çare olan. Sen bana şu dünyada tek acılarımı unutturansın. Öyleyse nasıl unutayım seni? Affet ki gönlüme söz geçiremedim. Seni sevdiğim için affet beni. Unutmayı denedim ama hiçbir kuvvet unutturamadı gülüşünle kısılan gözlerini. Bu nasıl olur da dahil olmaz sevdaya? Razıyım sonuçlarına katlanmaya da. Kimse seni benim sevdiğim kadar sevemeyecek şu dünyada. Beni unut, bunu unutma.

Not: Ben ismimi açıklamasam bile beni tanırsın. Yine de beni lakabımla tanı.

Seni çok seven Sessiz."

Mektubu bitirirken gözlerimden birkaç damla yaş süzüldü. Sahi bunları yazacak kadar çok sevmiş miydim ben onu? Sevdim tabii. Hem de çok sevdim. Öyle ki yıllar geçse de ben ondan vazgeçemezdim. İnsan sevdiğinden vazgeçer mi hiç? Bir kere sevmişim zaten, dünyanın bin bir türlü hali var, belli mi olur bir dakika sonra kime ne olacağı? Sevelim dedim. Sevelim ne olmuş? Bir kere adamakıllı sevmekten ne kaybederim ki? Bir kez daha diyorum kırmızı şapkalı Bay Ego Manyağı. Hoşgeldin bahar gülüşlü adamım. İyi ki varsın.

SessizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin