Görünmeyen Kız

169 34 1
                                    


Uyandım saat üç, dört, beş bana hiç fark etmez. Tamam espri yapmaya çalıştım, iğrençti ama okul için hazırlanmam gereken zamanı uykuya harcayıp bugün epey geç uyandım. Dolayısıyla algım bulanıktı. Alarm bir çaldı, iki çaldı, üç çaldı derken biraz daha zorlarsam okula geç kalacaktım. Geç kalsam benlik bir problem yoktu ama babam diye bir faktör beni mahvederdi.

Asıl faktör dediğimi duysa mahveder de neyse işte.

Servis 10 dakika sonra gelecekti. Üstümü giyinir giyinmez çantamı kaptığım gibi aşağıya indim. Kaldı 5 dakika. Sonra hemen ayakkabılarımı giydiğim gibi kapıya koştum. Kılpayı servise binince nefes nefese kaldım. Saçlarımı iki dakikada serviste örebildim. Aradan birkaç dakika geçince sakinleştim. 15 dakika sonra okuldaydık.

Çantamı bırakıp günlük rutinim olan kantine indim. Ecem oturmuş poğaçasını yemekle meşguldü. Bir sandalye çekip yanına oturdum.

"Günaydın kanka." dedim.

"Günaydın. Can'ı soracaksan daha gelmedi. Serviste de görmedim." dedi Ecem.

"Bana o aptal ego manyağından bahsedeceksen hiç konuşmayalım." dedim.

"Neden? Küstünüz mü?" dedi. Ağzı dolu bir şekilde konuştuğu için ne dediğini anlamayacağımı sanmıştı. Kendi kendine gülmeye başladığında bozulduğumu belli etmeyip istemsizce gülmeye başladım. Ağlanacak halime gülüyordum.

Ecem poğaçasını yemeye ara verip "Vallahi bilmiyorum kanka. Okula gelmeyecek sanırım. Geç de gelebilir. Umut'u da görmedim."
dedi.

"İyi ki de bahsetme dedik." dedim gülerek.

Dünya küçük, bizim okul daha küçüktü. Koridorda Can'ı gördüğümde hemen bakışlarımı ondan çektim. Ona ilgi duyduğumu bilmesine gerek yoktu. Birkaç saniyeliğine göz göze gelmiş olmak beni mutlu etmeliydi belki ama üzgündüm. Sınıfa çıktım.

İçimde kızgınlık vardı. Ne zaman karşısına baksa beni görmüyordu. Gözünün önündeydim. Ne zaman onu sevdiğimi görecekti? Neden hep ağlayan, üzülen, onun için kendini yıpratan ben olmak zorundaydım? Baksa buradaydım, yanında olmamı istese olurdum. Hep ben kendimi yıpratıyordum. Cemre'yi de, Seda'yı da, o Canan denen atanamamış manken bozuntusunu da bir dönem boyu bir kere ağlarken görmedim. Doğru ya, onlar kıyafet değiştirir gibi sevgili değiştirir, egosuyla yeri göğü inletir, yetmedi bir de herkesi eleştirirdi. Unutmuşum popüler olmak böyle bir şeydi.

Edebiyat dersini çok severdim. Hocası çok sevecen bir kadındı. Pek şiir yazmaktan anlamazmış ama edebiyat bildiği için şiirlerimde bana yardımcı olurdu. En sevdiğim ders bu yüzden edebiyattı. Gerek çocukluğumu, gerek gençliğimi, gerekse de bir ömrümü edebiyata verirdim. Zaten 8 yıldır şiir yazıyordum ve hâlâ da devam ediyorum.

Edebiyat dersinden sonra matematiğe girmek büyük işkenceydi. Matematik hocasından oldum olası korkmuşumdur. Kadında zaten anlam veremediğim bir psikopatlık var. Ne zaman dersinde uyusam kulağımın dibine kadar gelip bağırıyor ya da sırama cetvelle sert bir şekilde vuruyordu. Derste uyumak iyi bir şey olmayabilirdi ama sıkıntıdan baygınlık geçirecek gibi oluyordum. Sonraki iki ders kimyaydı. İki saat kimya gördükten sonra iyice pilim bitmişti. Aynı ses tonuyla konuşup sınıfta ruh gibi dolaşan bir hocanın anlattığı ders ne kadar dinlenebilirse işte. Ancak kimyayı sevmiştim. Kimya dersinden hep yüksek alınabilirdi de hocası acayip uyuşuk bir kadındı. Yavaş konuşur, yavaş yazar ancak kafası attığı an çok bağırırdı. Bu huyu yüzünden onu kimse sevmezdi. Buna göre yine de kimya sorularını çözerken sorun yaşamıyordum.

Öğle arası yemeğimi yedikten sonra pencerenin önüne geçip dışarıyı izlemeyi huy edinmiştim. Yine öyle bir gündü. Bahçede bir taraf voleybol oynuyor, diğer taraf da onları izliyordu. Voleybol oynayanların arasında Can'ın yeri hep pasörün arkasında kalan çizgideydi. Sağ libero mu dendiğini tam hatırlayamıyorum. Onun nerede durduğunu bile ezberlemiştim.

Her yerde durdun bir benim yanımda duramadın be canım.

Aklımdan geçen anlamsız şeye göz devirdim ve hafifçe gülümsedim. Ben onu izlerken beni fark etmesini istemiyordum. Uzun kumral saçları rüzgarda uçuşuyordu. Tabii okulun kızları tarafından bütün gün izlendiğini bildiği için onun da bütün egosu üzerindeydi bugün. Ne zaman karşı tarafa smaç atılacak olsa o geriye geçip atıyordu. Bugün gözüme daha bir tatlı gözüküyordu. Duygularımın geçiş hızı beni de şaşırtıyordu.

Son iki sıkıcı ders de bitince Ecem'i uğurlamadan hemen servisime bindim. Ecem'le gün boyu konuşmamıştım zaten kantinde konuştuğumuzdan beri. Can'ı da görmemem gerekiyordu. Servis kalkınca rahatladım. Onu görmeden gitmem en iyisiydi. Rezil olmuştum bu da sinirlerimi bozmaya yetiyordu.

Nihayet eve vardığımda odama gidip rahat kıyafetlerimi giyip bilgisayarı açtım ve internette biraz gezindim, müzik dinledim. Annem yemeği hazırlayıp beni çağırınca sofrayı kurup yemek yedik.
Sonra da ailemle vakit geçirdim biraz.

Bu aralar duygusal şarkılar bağımlılık yapmıştı. Şebnem Ferah-Yağmurlar şarkısını çok sık dinledim. Diğer Şebnem Ferah şarkılarını da. Sezen Aksu şarkılarına hiç girmeyecektim.  Biraz daha müzik dinledikten sonra gün boyu ne kadar yorulduğumu yeni anladım. Yorulmanın etkisiyle çantamı hazırladıktan sonra yatağa uzandım. Uyumaya niyetim yoktu aslında ama uyuyakaldım maalesef. Can'ı düşünmek istemedim ama o zihnimde zihnimin köşesi diyemeyeceğim kadar büyük bir yeri  kaplıyordu. Onu görmek istemediğimi ne zaman kendime hatırlatsam bir şekilde karşıma çıkıyordu. Okul küçük bir yerdi. İstemesem de görüyordum onu. Keşke okula gelmese. Ya da benim gitmemem için güçlü bir sebep olsa. Yarının öyle olmasını diledim içimden. Acaba yarın beni nasıl bir gün bekliyor olacaktı? İşte bunu bilemiyordum.

SessizHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin