Sabahın ilk saatlerinde baş ağrısıyla beraber beyaz gömleğimi iliklerken dün geceyi düşünüyordum. Kafam dumanlıydı ve fena dağıtmıştım. Julia gelmeseydi neredeyse adama beni düzmesi için yalvaracak konuma gelmiştim. Lanet olsun, adamı tanımıyor oluşumu düşünmek istemiyordum bile! Ama bu, hâlâ dokunuşlarını tenimde hissetmediğim anlamına gelmiyordu.
Bedenimi yavaştan bir ateş sarmaladığında elimi yelpaze olarak kullandım. Babam biricik kızının yaptıklarını duyarsa işim biterdi. Bunu düşünmemeye çalışarak siyah jartiyeri büyük bir dikkatle sağ bacağımdan geçirdim. Diğerini de geçirdikten sonra her ikisinin de bitiş yeri olan dantelli yerine klipsi taktım.
Siyah kalem eteği de giydikten sonra makyaj namına kirpiklerime maskarayı gezdirdim ve ayna da kendime şöyle bir baktım. İlk iş günüm için fena değildim. Topuklu ayakkabılarla hızlı olmaya çalışarak beni bekleyen son model arabaya doğru adımladım. Kapıyı açan John amcayı başımla selamladıktan sonra konforlu koltuğa yayılarak dilimi şıklattım.
''Biraz daha geç kalsaydın güzel kızım, zamanımız boldu.''
Ve karşınızda dünyaca ünlü iş adamı David Hernández!
''Holding'in sahibi yanımdayken geç kalmak o kadar da kötü gözükmedi babacığım.''
''İfla olmazsın sen Elizabeth.'' dedi kafasını iki yana sallarken. ''Bugün senden uslu durmanı istiyorum. Geçen seferki olayı unutmuş değilim. Beni anlıyorsun değil mi? Şirketin yeni ortağı asistanıyla beraber ziyarete gelecek, mümkünse ağzını açma."
Kafamı yukarı aşağı sallarken sıkıntıyla homurdandım. Olayın üzerinden bir yıl geçmesine rağmen hâlâ unutmamıştı. Ki unutsa komik kaçardı çünkü önemli bir müşteriyi babama asıldığını düşündüğüm için demediğimi bırakmamış, üstüne üstlük kadını neredeyse kovmuştum. Sonrasında kadın asla bizimle iş birliği yapmamıştı. Kısacası, felaket yaratmakta üstüme yoktu.
Yaklaşık yirmi dakika sonra Hernández Holding'in önünde yer alıyorduk. Kafamı kaldırıp kırk iki katlı şaşalı şirkete baktım. Camlarla kaplı bina güneş ışığıyla birlikte parıldıyor, insanların gözlerini kamaştırmaya devam ediyordu.
Döner kapıdan geçip yetkili giriş kartını turnikeye basarak kırmızı ışıktan yeşil ışığa geçiş yapmasını sağladım. Babamın peşinden ilerlerken çalışanların önünde saygıyla eğilip selamlamalarını izliyordum. Herkes o kadar disiplinli ve dakik çalışıyordu ki buraya nasıl alışacağım hakkında şüpheler içimde filizlendi. Arada bana değen bakışların elbet farkındaydım. Çoğu kişi burada olmamı istemiyordu. Onların hepsini teker teker sikeyim, ergenliğimde yaptığım olaylı vukuatlar yüzünden sürekli kötü anılıyordum. Sinsice sırıttım. Burada çalışacağımı öğrendiklerinde yüzlerinde oluşan ifade için bekliyor olacaktım.
Yan yana dizilmiş üç asansörden birine bindikten sonra kırk ikinci kata bastım ve sıkıntıdan ölmemek için telefonumu kurcalamaya başladım. İstediğim çanta stoklarda yenilendiğini gördüğümde vakit kaybetmeden kırımızı renginden sipariş ettim. O bebeği kolumda görmek için sabırsızlanıyordum.
Ne kadar süre geçtiğiyle ilgili fikrim yoktu ama asansör durup dışarı çıktığımızda toplantı salonuna doğru yürüyor, koca koridorda topuklularımın sesi çınlıyordu. Babamın gözlüklü asistanı gelip bir şeyler anlatmayı başlayınca sıkıntıyla kafamı yana çevirdim ve onu ayakta dikilirken gördüm. Ses çıkarmamaya özen göstererek yavaşça arkasından yaklaştım ve ellerimi gözlerinin üstüne kapadım.
''Katy, sen misin? Ya da Jennifer? Hım, Emily? Hannah?''
Kıkırdarken ellerimi gözlerinin üzerinden çekip omzuna oyuncu bir tavırla vurdum.
''Elizabeth!'' Yakışıklı yüzünü önce şaşırma yaladı hemen ardından kocaman bir gülümseme geldi.
''Ta kendisi, seni zampara.''
Ani bir hareketle kollarını belime sararak beni kolaylıkla havaya kaldırdı ve etrafında döndürdü. Havaya kahkahalarımı bırakırken yapmacık olduğu her halinden anlaşılan öksürme sesiyle beraber kafamı arkaya çevirdim. Babam kafasıyla yanındaki kişiyi gösterdiğinde gülümsemem yüzümde soldu. Kaşlarım kendiliğinden çatıldı. Adam maviliklerini üzerimde gezdirirken amansız bir titreme omurgamdan aşağıya indi, tüylerim havaya kalktı.
Yutkunma gereği duydum. Neden öyle bakıyordu?
''Tanıştırayım kızım, yeni ortağımız Christopher Marcus Ivanov.''
Tanrım, beni neden sevmiyorsun?
Başlamadan önce bu hikayenin iki bin on altıda yazılmaya başladığını unutmayın ve ona göre okuyun.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
LOLİTA!
Novela JuvenilBuram buram testosteron kokan bu mekanda ellerim, ucu sertleşmiş göğüslerimi sıkarken gözlerim yukarıya çıkmak için sabırsızlanıyordu. Arkamdaki tanımadığım sert bedene kıçımla güzel bir muamele çekerken pişman değildim. Kendimi şarkının ritmine kap...