Burnumun en derinlerine giren mükemmel (mükemmelten kastım; dev mükemmel) bir koku var.
Bu koku, dev kaslı, dev yakışıklı, dev beni... -tamam, bu olmadı- beni beceren adama ait.
Üstelik sadece bedenimi değil dostlar.
Kalbimi de beceren adama ait.(Kesinlikle milletçe yasa girmeliyiz.)
Ve altımda yumuşak bir çarşaf var, belimde yumuşak çarşaftan çok daha güzel gelen kaslı kollar.
Bu kolların kime ait olduğunu biliyorsunuz.
Hem de çok iyi biliyorsunuz.
Sizi, sizi, sizi...
Sizi yaramazlar sizi...
Neyse, şimdi size Karan'ın yatağına nasıl girdiğimi anlatacağım. Bir bardak gibi parçalara ayırdığı kalbimi, ellerini tutkal yapıp nasıl yapıştırdığını anlatacağım.
***
Sıcak su gittikçe soğumaya başlarken sıcak teni üşümeme izin vermiyordu. Sessizlik vücudunun sıcaklığı kadar çoktu.
"Yorgunluktan sanırım. Önemli bir şey değil." diye geveledim.
Boynuna yasladığım kafamı yukarıya doğru kaldırıp ona bakarken kaşlarını çatmış olduğunu gördüm.
Ay kankalarım.
Adam o kadar kusursuz ki, kaşlarını çok derin bir şekilde çatsa tek kaş olmaz valla.
Neyse, konumuz bu değil.
Konuyu değiştirmeye çalıştım. "Daha ismimi bile bilmiyorsun."
Ne mana?
"Daha yerin yerlerini biliyorum..." dedi derin sesiyle. "Ve bu en derin yerlerini bildiğim kadın, bana neden bayıldığını ve ismini söyleyecek."
"Amket." dedim derin bir nefesi içime çekerken.
"Amket..." diye mırıldanırken o erkeksi, sert sesine ismimin böyle yakışıcağını nereden bilebilirdim ki? Kalbim delirir gibi atarken herhâlde göçmeyi düşünüyordu benden. Müge Anlı neden var yahu? Bulurdum onunla canım, paramparça kalbimi. Kayıp tel tokalarımı bile bulurdum, hah!
"Bedenim duygularımı kaldıramıyor," dedim omuz silkerken. Baş parmağıyla belimi okşarken beden dilini çözmemin zor olmadığını fark ettim; devam et, diyordu. "Sonra da bayılıyorum işte."
"Yardım aldın mı?" dedi dudaklarını saçıma bastırırken.
"Önemli bir şey değil."
"Bie kriz geçirdin."
"Bunu da nereden çıkardın?" dedim çattığım kaşlarımla.
"Bu küvetin içinde, bu sorunu tek yaşayan sen değilsin."
Dehşet. Hissettiğim şeyin adı.
"Ne?" Bu kelimeyi söyledikten hemen sonra kucağından kalkmış, soğanlı pasta görmüş gibi ona bakıyordum. Tamam, değişik bir benzetme oldu.
"Küçükken ufak çaplı krizlerim vardı," dedi önüme düşen saçı kulağımın arkasına sıkıştırırken. "Bayılmıyordum," Kaskatı duran çenesine bakarken devam etti: "Ölüyordum."
***
Merhabalaaaar!
Özlediniz mi bizimkileri?
Yeni bölüm birkaç saat içerisinde sizlerle! Yorumları alayım! Eleştiri is coming!