Bölüm 8

107 3 0
                                    

Cevap verememiş hala ona bakmaya devam ederken, durumu anlamış hissine kapıldım.

"Ben çok üzgünüm.. Benim gitmem gerek. Üzgünüm.." dedim. Paniğe kapılmıştım. Hızlı adımlarla yürümeye başladığımda, bileğimden kavradı tekrar. Beni kendine çevirdi.

Tek kaşını kaldırdı. Gözlerimin içine baktı. Söylemek ne kadar mantıklı olabilirdi?

"Kızım anana sövmedim ya noluyor?" dedi. Bu cümleyi kırk yıl düşünsem Boranın söyleyeceğini düşünmezdim ben.

"Yalan söyledim. Ama inan çok pişmanım." dediğimde durumları anlayabileceğini düşünüyordum.

"Odaya otursak olur mu?" dedim. Şaşırmış bir halde bana baktı. Ama kabul etti.

"Anahtarı bana versen?" dedim. Bu kadarını kabul etmesini beklemiyordum ama kabul etti ve anahtarı bana verdi. Odaya girdiğimizde direkt kapıyı kilitledim. Böylelikle kaçamayacaktı. Işıkları yaktığımızda odayı inceledim. Küçük değildi ama büyükte değildi. Bir yatak vardı ve yatağın yanında da sehpaya benzeyen bir şey.. Bir tane daha kapı vardı, muhtemelen orada da banyo vardı. Çok klas bir yerdi, beyaz ve kahverengi idi zaten her şey.

Bora yatağa oturduğunda, yatağın karşısındaki sandalyeyi çekip tam karşısına oturdum.

"Bak Bora nereden başlayacağımı bilmiyorum...-"

Lafımı kesip;

"Sadece adını sordum?" dedi sorar gibi.

"Adım Gizem."

Ayağa kalktı, böyle tepki vermesini bekliyordum, normal karşılıyordum. Zaten anlattıklarımdan sonra daha da fazla tepki vereceğini bildiğim için kapıyı kilitlemiştim ya..

Yatağa tekrar oturdu. Fısıldayarak;

"Dünyadaki tek Gizem o değildi." dedi. Kendi kendine konuşur gibi bir hali de vardı aslında.

"Ama üzgünüm ki Savaş haklı. Ben o Gizem'im."

"Kafa mı buluyon lan sen benle?"

"Üzgünüm, pişmanım; herkes hata yapar.."

"Her kimsin bilmiyorum, ama dediğim Gizem öldü. Ölmek hata mı? Kızım hadi bizi oynatcan madem hayatımız hakkında daha çok bilgi edinip gelseydin!"

Kesinlikle kızmıştı.

"Hepinizi üzdüğümün farkındayım.. Ama inan bende kahroldum iki sene boyunca. Acım hafifler, yüküm azalır diye geldim buraya. Bu yaptığımın mantıksız olduğunun farkındayım. Savaş'a söyleyemiyorum, zaten söyleyemem de. Sen benim çok büyük bir sırdaşımdın Bora. Ben isteyerek yapmadım ama. Yemin ederim iki sene sesimi çıkarmamaya, sizi görmemeye, yurt dışında yaşamaya mahkumdum. Çok denedim; size itiraf etmeyi, oradan kaçmayı, yanınıza gelmeyi yemin ederim çok denedim. Yapamadım. Zaten bu her geçen gün biraz daha zorlaştı. Ama amacım hiçbir zaman sizi yaralamak olmadı."

Bora nefretle bana bakıyordu.

Yine bileğimden kavrayıp kapının önüne gittik.

"Aç şu kapıyı!" diye bağırdı.

"Bora sakin ol ne olur."

Kulağımın dibinde;

"AÇ DEDİM!" diye bağırdığında, açtım. Beni barın çıkışına götürecekti ve daha fazla Savaşı üzmemem için ilelebet beni hayatlarından çıkaracaktı. Yani ben öyle tahmin ediyordum. Buraya gelirken Savaş'ı daha da üzer miyim diye çok düşünmüştüm. Daha çok Savaş beni affeder mi diye düşünmüştüm ama şu an Bora sayesinde Savaş yaşadığımı hiç bilmeyecekti. Artık bileğim acımaya başladığında

"Bora bileğim!" diye bağırdım. Çıkışa gitmek için dümdüz yürümemiz gerekirken Bora bileğimi hiç bırakmadan ortadaki küçük alana doğru gitti. O alanın arkasında canlı müzik için mikrofonlar ve bir sürü enstrümanlar vardı. Ya oraya çıkarıp beni rezil ederse?? Aman Allah'ım... Gözlerimi kapattım, açık olsada bir şey değişmiyordu çünkü Bora neye çarptığıma veya neyle karşı karşıya olduğuma dikkat etmeden sürüklüyordu. Durduğumuzda gözlerimi araladım. Masalarının önünde durmuştuk. Diğer elimle Boranın elini tutup elini bileğimden çekmesini sağladım. Savaşın gözleri kapalıydı. Bileğim ise kıpkırmızı olmuştu.

"İki yıl boyunca üzüldüğüne değmiş mi?" diye Savaşa bağırdı. Gerçekten bağırmıştı. Kavga edecek gibi bir hali vardı. İyi ki bir kızım.. Savaş gözlerini açtığında diğer elimle bileğimi ovuyordum. Bileklerim kıpkırmızı olmuştu. Önce Boraya baktı, sonra bana. Boraya "noluyor?" anlamında göz kırptı.

"Sen haklıymışsın." dedi Bora. Boranın gözünün içine bakıyordum.

Beni Savaşa göstererek;

"Gizem." dedi. Savaşın yüzündeki o ifade...

Hani böyle küçükken bir oyuncağınız olur, en sevdiğiniz oyuncak odur, birden kaybolur ortadan. Anlamazsınız o yaşta ama aslında o oyuncağa hasret duyarsınız bir daha başka oyuncakla oynamazsınız, oynasanız da o 'en sevdiğiniz oyuncağın' yerini doldurmaz ya... Aradan biraz zaman geçer. Biri o oyuncağı bulup getirdiğinde ona minnet duyarsınız, ama o oyuncağa küsmüşsünüzdür ya.. Savaş bana aynen öyle bakıyordu. Ayağa kalktığında, yanımda durdu birkaç saniye. Gözleri dolmuştu. Ben bunu ölsemde unutamazdım..

Derin bir nefes çekti, yani kokumu içine çekti.

Boraya ağır bir küfür ettikten sonra barın çıkışına gitti. Boraya sert bakıp Savaşın peşinden gittim.

"Savaş bir dakika dinle ne olur!" diye bağırıyordum. Hızlı yürüyordu. Aramızda az bir mesafe vardı ama git gide artan bir mesafeydi. Sonunda Savaş bardan çıktığında koştum ve önünde durdum.

"Savaş bir dakika dinle ne olur!"

Ağlamam dediğimin net bir şekilde anlaşılmamasına neden olmuşken, Savaş durmamak için sol tarafımdan yine hızlıca gitmişti. Onun olduğunu düşündüğüm arabaya iki adım kaldığında tekrar önünde durdum.

"Ne olur."

Sadece durmuştu. Ağlamama yine engel olamamıştım bu yüzden kafamı yere eğmiştim, gözyaşlarım yere düşüyordu. Aramızda çok az bir mesafe vardı. Ama biliyordum ki ağladığım için ne desem anlaşılmayacaktı. Biraz kendimi toparlamak adına gözlerimi yumdum.

"Sa-.."

Savaş bir şey dememe izin vermeden çenemden hafifçe tutup yüzümü kaldırdı. Yüzüm sırılsıklamdı. Göz gözeydik. Çenemi tuttuğu elini çenemden çekip göz yaşlarımı sildi. Kendi. Elleriyle. Benim. Gözyaşlarımı. Sildi. Bardaki ifadeden eser yoktu suratında. Şefkat vardı sanki. Gözlerimden yaşlar hala süzülüyordu ama elini yüzümden çekip Boranın hayvan gibi kavradığı bileğime baktı. Sağ eliyle alttan bileğimi tuttu, baş parmağıyla nazikçe okşadı. Benim gözyaşlarım düşüyordu ama onun tek gözyaşı düşmüştü. Hala gözleri dolu, bileğime bakıyordu. Ağlamamın hafiflediğine inandığımda konuşmaya çalıştım.

"İnan çok pişmanım. Ben seni bu kadar üzmek istemezdim. Ama inan elimde olan bir şey değildi. Denedim Savaş; çok uğraştım gelmeye. Sana bunu yapmaya hakkım yoktu biliyorum. Ama yemin ederim çok pişmanım."

Kafasını kaldırmıyordu, eliyle okşadığı bileğimin üstüne gözyaşı düştüğünde öylece kalakaldım.

"Acı insanı büyütür." dedi. Biraz durdu ve ekledi;

"1 ay sonra 2.yıl dönümün. Ölüşünün."

Ne demeye çalıştığını anlayamadan ona baktım.

"Ölmedim. Savaş?"

Elini bileğimden yavaşça çekip birden sarıldı. Öyle sıkı sarıldı ki.. Bende doyasıya kokusunu içime çektim. Teninin kokusunu duyabiliyordum ama sigara kokusu ve iğrenç alkol kokusu daha da ağır basıyordu. Onu bu hale ben getirmiştim. BEN DÜNYANIN EN APTAL İNSANIYIM.

O da içine çekiyordu kokumu ve sıkı sıkı sarılmıştı. Hayatımda hiçbir zaman bu kadar hasret dolu sarılmamıştı kimse bana.. Biraz zaman geçtikten sonra kendini geri çekip benide ittirdi.

"Benim için ölüsün!"

ÖNYARGI 2Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin