"Ben... Hayır bu gerçek olamaz. Uyanamamış olmalıyım. Hala rüyadayım, evet."
Aynaya boş boş baktım. Bu bir rüya olmalıydı, en azından öyle olmasını umuyordum. Ama fazlasıyla gerçek hissediyordum. Anlamak için kolumu çimdikledim. Acıyan kolumdan başka bir değişim olmadı. Bu sefer daha fazla et parçası sıkıştırdım. Hayır, olmuyordu. Ellerimi hızla saçlarımda gezdirdim, suyla ıslatmayı denedim. Ama ne yaparsam yapayım saçlarımdaki gariplik geçmiyordu. Saçlarım.. nasıl desem? Yaşlanmış?
Bunu hemen anneme söylemeliyim, o kesinlikle bir çözüm bulur.
Merdivenlere yöneldim, tam basamaktan inecektim ki bir düşünce gitmeme engel oldu. Ya bu bir hastalıksa? Ergenlikte bazılarının saçlarında beyaz teller çıkabildiğini biliyordum. Ama bir gecede bu kadar fazlası.. İmkansız. Bir ruh gibi odanın çevresinde daireler çizmeye başladım. Beynimin sabahın erken saatleri olmasına rağmen hızla çalıştığını hissettim. Genelde sabahları yaşam enerjim yok olur, midem bulanır ve herkesi terslerdim. Ama bu sabah kendimi hiç olmadığım kadar enerjik hissediyordum. Bununla ilgili bir hastalık var mıydı? Erken yaşlanma? Sonradan geçirilen albinoluk? Hayır, çok saçma. Bilgisayarımı açacak zaman yoktu, okul otobüsü neredeyse gelecekti. Bu konuyu kendi başıma halledebilirdim. Her sorunda anneme koşmak ve ondan yardım istemek mantıksızdı. Ne de olsa bazı şeyleri kendim halledebilecek yaşa gelmiştim değil mi? Annemin hayatında yeterince sorun vardı. Bir yenisini daha eklemeye hiç gerek yoktu. Aşağıdan annemin yarı uykulu sesi geldi.
"Dan! Haydi otobüs geliyor."
Sesim çatallaşmıştı.
"T-tamam anne geliyorum."
Hızla pijamalarımı çıkardım. Kot, siyah tişört ve üzerine elbette ki saçlarımı kamufle edecek füme rengi bir svetşört giydim. Kapşonu taktım ve boynumdaki yarayı kapatmak için fermuarı boğazıma kadar çektim. İnsanlar beni bu halde görmemeliydi. Sonra tonlarca soru sormaya başlayacaklardı ki sorgulanmaktan nefret ederim. Ve en önemlisi de bu soruların cevabını benim bile bilmiyor olmamdı.
Merdivenlerden indim. Annem buzdolabından kahvaltılıkları çıkarıyordu.
"Bir şey yemeyecek misin?"
"Okul otobüsü geldi bile. Ayrıca sabahları peynir dışında bir şey yiyemediğimi biliyorsun."
"O zaman peynirli tost-"
"Görüşürüz anne!"
Annemin giydiklerimi fark etme ve eleştiriye başlama süresini hemen hemen biliyordum. O yüzden hızla kapıdan çıktım. Okul otobüsü evin önünde bekliyordu. Basamakları enerjik bir şekilde çıktım.
"Merhaba küçük hanım, dün tanışmıştık. Akşam servisine gelmedin. Nedenini sorabilir miyim?"
Arka sıralara doğru kaçamak bir bakış fırlattım.
"Başka işlerim vardı."
Adam rahatladığını belli ederek kuvvetlice nefes verdi.
"Ben de benden kaynaklanan bir durum sanmıştım. Biliyorsun, bu sıralar en iyi şoför olmak için az çabalıyor sayılmam ha?"
Cesaretlendirici bir ses tonuyla konuştum.
"En iyi şoför sensin Simis. Buna şüphe yok."
Dünkü hayattan bezmiş halimden sonra bu tavrım ona garip gelmiş olmalı ki şaşkınlıkla bana baktı. Söylediklerimi kavradığında gözleri umutla ışıdı. Kendinden emin bir şekilde şapkasını eliyle düzeltti ve donut'ından büyük bir ısırık aldı.
Dünkü yerime geçtim ve dışarıyı seyretmeye başladım. Kış yeni bitmişti ve ilkbaharın başlarındaydık. Buna rağmen ağaçların yaprakları sarı ve kuru görünüyordu. Hava da olması gerektiğinden soğuktu. Aslına bakılırsa bu durum hoşuma gidiyordu çünkü soğuğu hep sevmişimdir. Çoğu insan soğuktan ürperir ve üşümekten hoşlanmaz. Ama tersine, üşümek bana huzur veriyor ve kendimi güvende hissettiriyor. Birinin yanıma oturduğunu fark ettim ve düşüncelerimden sıyrıldım. Bu uzun boylu, kısa sarı saçlı, yeşil gözlü bir çocuktu. Çekingen bir ifadeyle konuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Buz Alevi Ruhu (TAMAMLANDI)
FantasyAramızdaki görünmez duvarları hep hissetmiş, ancak onları yıkmak için çaba da sarf etmemiştim. Belki de böylesi işime geliyordu. Belki de onun bilinmezliği sıradan hayatıma bir heyecan katıyor, bu sırrı çözersem her şeyin normalleşeceğinden korkarak...