B)Mine Savaş'ın Evi
Furkan, bir elindeki adrese bir de hemen karşısındaki devasa köşke ifadesizce bakıyordu. Hemen, şimdi bu işten vazgeçip çok uzaklara gitmeyi isterdi. Ama bu yalnızca bir istekti. Hiçbir zaman yapacak cesareti bulamayacağını düşündüğü onlarca istekten yalnızca biriydi. Bu yüzden, isteklerini düşünme işini bir kenara bırakıp zili çaldı. Böyle devasa bir köşkte ne bir güvenlik ne de bir tel koruma olmaması garipti. Gerçi elinde tuttuğu dosyayla ilgili garip olmayan ne vardı ki?
Kapı orta yaşlarda güzel bir kadın tarafından açıldığında düşüncelerinden sıyrılıp ciddileşmeye çalıştı. Lafı uzatmayacaktı. Bir an önce bitsin mantığıyla çalışıyordu zaten.
"Acaba Mine Savaş'ın eşi burada mı yaşıyor?"
Kadın bıkkın bir şekilde iç geçirdi.
"Siz kimsiniz?"
Furkan, kadının mavi gözlerinde tükenmişlik gördü. Onu üzmemek için kelimelerini seçerek konuştu.
"Ben.. Ben yalnızca birkaç soru sormaya geldim. Resmiyet yok. Zorlama yok."
"O öldü. Biliyorsunuz ya, ne yaptığınız neyi değişterecek? O geri gelmiyor. Siz sadece kabuk bağlamaya başlayan yaramızı tekrar kanatıyorsunuz. Lütfen.."
Kadın cümlesini bitiremeden arkasında beliren perişan hâldeki gözleri çökmüş, omuzları düşmüş yaşlı adam konuşmaya başladı.
"Kim gelmiş kızım?"
Kızım derken gerçek kızı anlamında söylemediğini fark etmek biraz zamanını almıştı.
"Efendim, siz Rafet Savaş mısınız acaba?"
"Evet. Siz kimsiniz?"
Adamın sesi çok kısıktı. Sanki bağırmak istiyor ama bağıramıyordu.
"Ben, eşinizin vefatıyla ilgili ufak detayları öğrenmek için geldim. Resmi bir şey yok. İstemezseniz gitmek mecburiyetindeyim."
Adam bakışlarını yere dikip birkaç saniye öylece durdu.
"Tamam, içeri buyurun."
Furkan'ın hizmetçi olduğunu düşündüğü kapıyı açan kadın onu geniş bir holden devasa bir salona yönlendirdi. Rafet Bey ise birkaç dakika sonra odaya girdiğinde pijamalarını çıkarmış düzgün şeyler giymişti.
Furkan, her ne kadar sabırsız ve kaba biri olabilse de, aslen çok duygusal ve kırılgandı. Aslında, kim öyle değildi ki?
"Öncelikle, eşinizin ölümü için çok üzgünüm. Size çok acı vermeyeceğini umarak birkaç soru soracağım. Cevap veremeyecek olursanız.."
Rafet Bey sözünü kesti. "Cevap verebilirim. Lütfen hemen başlayın."
Rafet Bey'in gözlerinin çöküşü, omuzlarının düşüşü, sesinin kısıklığı belki de sadece yaşlılıktandı. Belki de karısının arkasından yas bile tutmamıştı.
Hayır, böyle düşünmek için çok erkendi.
"Eşiniz hakkında biraz bilgi verir misiniz?"
Adam derin bir iç çekti. Gözleri uzaklara daldı.
"Benim eşim... Ruh eşim.. Çok, çok iyi bir insandı. İnsanlara yardım ederdi. Hayatının değerini bilen bir insandı. Onu kaybettim, anlıyor musunuz? Ben anlayamıyorum. Gitmesi gereken o kadar kötü insan varken böyle birinin gitmesini anlayamıyorum."
Faruk içini sızlatan bu sözlere karşı ciddi ve duygusuz gözükmeye çalıştı. Profosyonel davranması lazımdı.
"Peki, öldüğü günden bir gün önce, ya da birkaç gün önce dikkatinizi çeken garip bir şey oldu mu?"
"Aslında, oldu." Adam daha önce bunu hiç düşünmediğini fark etmişti.
"Nedir?"
Faruk iyice meraklanmıştı. Acaba burada gerçekten intihardan fazlası mı vardı?
"Bilemiyorum.. Çok alakasız bir şey de olabilir. Ama.. Sanırım bahçeye bir limon ağacı dikmek istedi. Hatta bildiğiniz kordinat verir gibi tam yer gösterdi. Kendi dikmek istedi. Sorun şu ki bahçeyle uğraşmaktan nefret eder."
Evet, bu gerçekten de garipti. Kadının kişiliği de garipti. İnsanlara yardım etmeyi çok seven, iyi yürekli, yaşamından zevk alan bir kadın. Bahçeden, çiçeklerden nefret eder miydi?Nefret etse bile, gidip ağaç dikmek ister miydi? Daha gariplerini de gördüğünü hatırlayan Furkan bu düşünceyi sonra düşünmeye karar verdi.
"Elimizdeki notlara göre Mine Hanım öldüğü günden üç gün önce pek te yakın olmayan bir parktaymış. Ve bundan haberiniz olmadığını söylemişsiniz ifadenizde." Elindeki kağıtları karıştırırken birden sevinçle bağırdı. "Heh, işte burada!" Rafet Savaş'ın ifadesinin yazılı bir kopyasını tutuyordu ellerinde.
"Evet, bana söylememişti. Ya da istediyse bile, söyleyemezdi. O gün erkenden çıkmıştım. Ona da üzerinde 'önemli bir işim var erkenden gitmem gerekti' tarzı bir şey yazan bir not bırakmıştım."
Adam, iki dakika önce ondan bahsederken gözleri doluydu. Şimdi ise soğuk bir hâle bürünmüştü her bir hücresi.
"Peki, eşinizin öldüğü gün, öldüğü an," Üstüne basarak söylemişti bu son kelimeyi. "Neredeydiniz?"
"Ben.. Ben.. Önemli bir toplantıdaydım, evet."
Sesi tereddütlü değildi ama sanki ezber yapmış ve hatırlamaya çalışmış gibiydi.
"Peki, bu sorumun eşinizle belki bir alakası yok ama, neden böyle bir evde yaşamanıza rağmen hiçbir güvenlik önleminiz yok?"
Adam yeniden uzaklara daldı. Sanki içinde iki ayrı kişiliği barındırıyordu. "O gitmeden önce vardı. Ama gittikten sonra artık hiçbir şey umrumda değildi. Bana zarar vermek isteyen varsa, buyursun gelsin. Onsuz hayat zaten bana Cehennem."
Furkan konunun değişmesi ve adamın üzüntüsünün yoğunlaşmaması için son isteğini dile getirdi.
"Parka gittiği günden başlayarak limon ağacı dikmek istediği günle beraber öldüğünü öğrendiğiniz ana kadarki zaman dilimini bana yazarak anlatabilir misiniz? Yarın gelip alabilirim." Adam konuşacakken tekrar araya girdi. "Ah, bu arada, el yazınız olsun ve lütfen hiçbir şeyi silmeyin."
Furkan bile söylerken garipsemişti. Adamın garipsemesi hayli normaldi.
"Neden yazarak?"
"Çünkü bu benim çalışma metodum."
Yüzüne geniş bir gülümseme yayıldı. İnsanlar yazarken ruh hallerini çizgilere, yazdıkları olaylardaki hislerini satırlara işlerlerdi. Yazdıkları tek cümle bile Faruk'un olayı elli farklı açıdan kafasında canlandırmasını sağlardı.
Ve insanlar, yazarken farkında olmadan çok şey anlatırlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cinayetin RENGİ
Gizem / GerilimCinayetin rengi nedir? Kanı temsil eden kırmızı mı? Yoksa hiçliği temsil eden siyah mı? Yoksa mavi mi özgürlüğü temsil eden? Belki de yeşil, belki de pembe.. Bu hikayede ise cinayetin rengi.. * İki yıl önce yaşanmış ve intihar denip kapatılmış iki...