-gece-

4 5 0
                                    


Eve vardığımda abim Maxie beni verandada karşıladı. Ben eve gelene kadar uyumamıştı büyük bir ihtimalle. O beni kardeşinden çok bir oğlu olarak görüyordu zaten. Fakat işin ilginç tarafıysa onun hiç evlenmemiş ve çocuk sahibi olmamış olmasıydı. O bana babammış gibi davranıyordu. Galiba bunda okula gitmeyip çalışmasının da bir payı vardı. Belki de aramızda bulunan yedi yaş farkımızdı.
"Neredeydin? Geceleri dışarıya çıkarsan hasta olabileceğini söylemiştim."
Sesinde dikkat çeken bir merak ve altında yatan hafif bir öfkeyle endişe karışımı bir duygu vardı.
"Okulun etrafında yürüyüşe çıkmıştım." Pek inanmış bir hâli yoktu ki bence haklıydı çünkü ben yalan söylemekte başarılı değilimdir.
"Yalnız mı?" Diye sordu. Sanki beni gizlice takip etmiş ve Erza'yla buluştuğumu biliyormuş gibi. Sâkin, kesin bir ses tonuyla
"Evet." Diyerek yetindim ve eve girdim. Bulaşıklar tezgahta duruyordu ve üzerindeki yemek artıkları o kadar da sert değildi. Ama abimin yemek yediği saati de çoktan geçmiştik. Demek ki sofrayı toplamamış ve gelmemi beklemişti. Bulaşıkları yıkadım ve uzun bir yürüyüş yüzünden yorgun olduğumu, bu yüzden erken yatacağımı söyledim. Odama çıktım. Yatağa yatmak istemiyordum çünkü kafamı yastığa koyar koymaz geçirdiğim ilginç ve stresli günün bir özetini geçeceğimi biliyordum. Fakat ben her şeyi tekrar etmek için erken olduğunu düşünüyordum.
Müzik dinlemekten pek hoşlanan bir insan değilimdir bu yüzden elime bir kitap aldım ve yatağa oturdum. Kitap gerilim, macera kitabıydı... Gece geç saatlere kadar onu okumuştum ve günün özetini geçemeyecek kadar yorgun olmuştum. Kolaylıkla göz kapaklarım işini yapmış ve beni uyutmuştu...
Birden bir uçurumun kenarındaydım. Bu uçurumu bir belgeselde görmüştüm. Çok hayran kalmıştım. Uçurumun kıyısına bir aptal cesaretiyle oturmuştum ve bacaklarımı sallıyordum. Arkamdan ayak sesleri gelmişti, ayağa kalkıp dönmüştüm ve baktığımda iki tane Lucilda görmüştüm. Bu çok saçmaydı, neler oluyordu? Kafayı mı yemiştim? Birinin gözleri yeşildi ve üzerinden kan havuzuna düşmüş gibi kanlar damlıyordu. Diğerinin gözleri maviydi ve yüzü ter temiz, fakat kalbinin olduğu yerde bir cam parçası göğsüne girmişti. Oradan kan akmıyordu. İkiside çok yavaş adımlarla hatta bazen durup dinlenerek bana yaklaşıp kendilerini savunuyorlardı. İkisi de kendinin gerçek Lucilda olduğunu diğerinin sahte olduğunu söylüyordu. Onlar bana doğru yaklaşıp dırdır ederlerken ben geri gidiyordum. En sonunda ayaklarımın boşa çıktığını hissetmiştim ve bir anda sırt üstü uçuyordum. Sanki parmaklarımda o bulutların nemini hissedebiliyordum. Bir anda aşağıya doğru düşmeye başlamıştım. Ne kadar çırpınsam da her şey yok olmuştu ve ben aşağıya hızla düşmeye başlamıştım. Denize düşmüştüm ve sanki bir buz dağının içinde hapsolmuş gibi hissediyordum. Vücudumdaki ısı, bir buz parçası kaynar bir suya düştüğünde ne kadar hızlı değişebiliyorsa o kadar hızlı değişiyordu. Ben yukarı çıkmak için çırpınsamda çıkamıyordum. Artık denize teslim olmuş, yavaş yavaş ölmeyi bekliyordum. Artık denizin derinliklerine doğru düşüyordum. Denizin dibinde sakince dans eden yosunların beni sardığını hissedebiliyordum. Her yerime dokunuyorlar, beni daha da dibe çekiyorlardı. Artık denizin ısısıyla birdim. Yosunlar sanki beni saklıyor gibi üzerimi örtmüşlerdi. Yumuşak, soğuk ve dalgalı bir yatak gibiydi. Her şey kararıyordu. Her şey ölmüştü. Ben ölmüştüm...

DışlanmışlarHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin