En son nerede kalmıştım? Cehennem tazısı vardı, evet.
O kocaman ve korkunç hayvanın sabırsız olduğu belliydi. Bizi görür görmez üstümüze atladı. Ama James ondan daha da hızlıydı.
Hemen elini cebine attı ve küçücük bir şey çıkardı. Bu minicik bir kutuydu. Herhalde kutuyu tazıya fırlatacak hali yoktu, değil mi?
James kutuyu fırlatmadı. Onun yerine beni çok şaşırtan bir şey yaptı. Kutuyu eline aldı ve "Xifos!" diye bağırdı.
Zerre kadar Yunanca bilmememe rağmen -ki kesinlikle Yunanca bir şey demişti- ne dediğini anlamıştım. "Kılıç!" demişti. Ama ben nasıl anlamıştım?
Sonra Yunanca bilmemden daha da ilginç bir şey oldu. Her şey o kadar hızlı gelişti ki, anlamaya yetecek zaman bile bulamadım.
James'in elindeki kutu parıldadı, büyüdü, ağırlaştı, bir kılıç şekline girdi ve somut bir halde aldı. Ve bunları hepsi yarım saniye içinde oldu. Kılıç hemen hemen doksan santim boyundaydı, kabzası deri kaplıydı ve James'in eline cuk diye oturuyordu.
Cehennem tazısı koşarak gelip üzerimize atladığı sırada, James elindeki kılıcı savurdu ve kılıç cehennem tazısının boynuna çarptı.
Normal de bu darbe onu öldürmeliydi ama hiçbir şey olmadı. Yalnızca iki metre solumuza doğru savruldu.
En az cehennem tazısı kadar sersemlemiş vaziyette olanları anlamaya çalışırken, James elimden tuttu ve beni de arkasında sürükleyerek, boş olan sokakta koşmaya başladı. Fred de hemen arkamızdaydı.
"İyi hareketti," dedi Fred.
"Sağ ol," dedi James koşarken.
"Uzun zamandır antrenman yapmadığını sanıyordum," dedi Fred.
"Evet," dedi James nefes nefese. "Kolum ne kadar ağrıyor bilemezsin."
"Ne antrenmanı?" dedi sesimi bulabildiğimde. "O kılıç da neyin nesi? Hem o küçücük kutunun içinden nasıl çıktı o?"
James kılıcın kabzasına iki kere vurdu ve kılıç küçülerek eski haline döndü. James onu hemen cebine attı. "Kutunun içinden çıkmadı," dedi. "Kutu kılıca dönüştü. Bu biraz... Karmaşık bir şey."
"Hadi ya?" dedim. "Açıkladığın için sağ ol."
"Açıklamaya vakit yok," dedi. "Kampa gidince her şeyi anlatacağım."
"Ne kampı?"
"Dedim ya, Melez Kampı."
"Ben Melez Kampı'na falan gitmek istemiyorum."
James yavaşladı. Ana caddeye gelmiştik. Fred arkamıza bakmaya başladı. Görünürde bir şey olmayınca derin bir iç çekti.
James elini kaldırarak bir taksi durdurdu. Arka kapıyı açarak önce Fred'i sonra da beni içeri itiverdi. Kendisi de bindi ve taksiciye "Long Island'a," dedi.
"Long Island'a mı?" dedim.
"Evet," dedi James bana bakmadan. Camdan dışarı bakıyordu.
"Ama orası ıssız bir yer," dedi taksici. "Siz üçünüz tek başınıza orada ne yapacaksınız?"
"Eğer bizi en kısa sürede oraya ulaştırırsan, sana iki katı ödeme yaparım," dedi James.
Bundan sonra taksici hiçbir şey söylemeden gaza bastı ve New York trafiğine karıştı.
"Long Island'da ne işimiz var?" dedim.
James sürekli arka camdan dışarı baktığı için sorumu Fred yanıtladı. "Kamp orada."

ŞİMDİ OKUDUĞUN
MELEZ BELA
Fanfiction-Lauren- İnanın bana neler olduğunu ben de bilmiyorum. Bir anda kendimi, kendilerine "melez" diyen bir kamp dolusu çocuğun arasında buldum. Yarı insan, yarı tanrı mı? Yok artık! -Lucy- Bugüne kadar kampa gelen en baş belası kız olmalı. Clarisse bile...