IV - LAUREN

104 8 0
                                    

Lucy'yle beraber kulübelere giden yolda yürümeye başladık. Bu sırada yanından geçtiğimiz yerleri bana anlatmaya başladı.

"Burası voleybol sahası. Tahmin edebileceğin gibi, burada voleybol oynuyoruz," dedi alaycı bir sesle, voleybol oynayan birkaç çocuğu göstererek. "İlerisi de yemekhanemiz."

"Güzelmiş," dedim.

"Sağ tarafta bir tırmanma duvarımız var," dedi eliyle sağ tarafı işaret ederek.

Gösterdiği duvar sallanıyor, üstünden kayalar ve alev topları yuvarlanıyordu.

"Onlar gerçekten de alevli mi?" diye sordum.

"Tabii ki," dedi, olağan bir şey söyler gibi. "Zorluk derecesini arttırmak için. Nerede işe yarayacağı belli olmaz."

O bana diğer şeylerden bahsederken ona şöyle bir baktım. Kendine fazla güveniyor olmalı. Gerçi ben de bu kadar güzel olsaydım, ben de öyle olurdum herhalde.

"Şimdi, işin en önemli kısmı," dedi durarak. "Kulübeler."

Etrafımızı kulübelerin çevrelediği bir açıklığa gelmiştik. Açıklığın ortasındaysa bir kamp ateşi yanıyor, turuncu ve kırmızı alevler göğe yükseliyordu.

"Burası bizim on iki Olimpos tanrısının kulübelerinin bulunduğu alan," dedi Lucy. "Diğer küçük tanrıların ve Hades'inki arka tarafta kalıyor. Kulübeler Yunan alfabesinin son harfi omega şeklinde dizildiler."

Etrafımdaki kulübeleri incelemeye başladım. Hepsi birbirinden farklıydı. Mesela birisi, güneş gibi parlıyordu. Bir diğeriyse gümüş rengindeydi. Birinin rengi tamamen kırmızı ve çatısı dikenli tellerle doluydu. Bir başkası bir fabrikaya benziyordu. Çatısından bir sürü baca fışkırıyordu.

"Neden hepsi birbirinden farklı?" diye sordum.

"Çünkü kulübeler tanrıların özelliklerini taşıyor," dedi Lucy. "Onları şereflendirmek için inşa edildiler. Ayrıca melezlerin kalması için tabii ki."

"Neye göre yerleştiriliyorlar?"

"Tanrı ebeveyninin kim olduğuna bağlı. Mesela benim babam Poseidon ve beni üç numaralı kulübede kalıyorum."

Eliyle sol tarafımızda kalan kulübelerin en başındaki kulübeyi işaret etti. Kulübeyi görünce ağzım resmen açık kaldı.

Çünkü kulübe olağanüstüydü. Bir kere en sevdiğim renk olan mavi ağırlıklıydı. Hemen kulübenin yanına koştum. Lucy de peşimden geldi.

Kulübenin yan duvarları yukarıdan aşağıya koyulaşacak şekilde maviye boyanmış ve üstüne çeşitli deniz canlılarının resmi çizilmişti. Deniz yıldızları, deniz kulakları, yosunlar, balinalar, yunuslar, deniz atları... Bir sürü şey.

Ayrıca ön kısmı da yan kısımları kadar havalıydı. Ön kapı kocaman ve iki kanatlıydı. Ve tamamen siyaha boyanmıştı. Önünde kocaman yeşil bir üçlü dişli mızrak vardı. Kapının yanındaki duvarlarda da yarı at, yarı balık iki canlı çizilmişti. Sütunlarda da dalga resimleri vardı. Ama beni en çok etkileyen yer, kulübenin çatısı ve kapının üst tarafıydı.

Kapının üst tarafında bir at figürü vardı ama tamamen sudan yapılmıştı. Su kendi içinde dalgalanıyordu ama at şekli bozulmuyordu. Aynı şekilde üçgen çatı da sudan yapılmıştı. İçinde geçen güneş ışığını bir prizma gibi kırıyor ve yerde bir gökkuşağı oluşturuyordu.

"Beğendin mi?" diye sordu Lucy arkamdan.

Başımı sallamakla yetindim.

"Ben tasarladım."

MELEZ BELAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin