XVIII - LAUREN

40 3 0
                                    

Cuma günkü bayrak yakalamaca oyununun üstünden üç gün sonra (yani bugün) 21 Haziran'dı. Yani yaz gündönümü.

Şuan sabahın körü ve biz Melez Tepesi'ndeyiz. Olimpos' gidecek olan heyet son hazırlıklarını yapıyordu. Jason kendini daha iyi hissettiği için Piper Olimpos'a gitmekten kurtulmuştu.

Ama ben en çok James için üzülüyordum. Benim yüzümden o çok görmek istediği Olimpos'u göremeyecekti. Benden nefret etse hiç de haksız sayılmazdı.

Ama tam tersi oldu. Cumartesi gününden itibaren başlayan cezamızda James bana hiç de kötü davranmadı. Tam tersi, bir hafta boyunca resmi köle ilan edildiğimiz Melez Kampı'nda bize verilen bütün işlerde elinden geldiğince çok çalıştı. Hatta benim yapmam gereken cephanelik temizliğinde bile, o ağır kılıçları ve arbaletleri benim için kaldırdı.

Şimdi Olimpos grubu aşağıda kendilerini bekleyen Argus'un yanına gitmek için tepeden aşağıya inmeye başlamıştı.

En sona Percy ve Lucy kalmıştı. Percy de çantasını omzuna atıp Piper'a başıyla selam verdi ve tepeden inmeye koyuldu. Lucy'yse geride kalıp Piper'a sarıldı.

Neden orada olduğumu bilmiyorum. Lucy'ye bizi cezalandırdığı için çok sinirli olsam da onları uğurlamak istedim. Piper da Lucy ve diğerleri dönene kadar kampı -daha doğrusu James ve beni denetlemekten- sorumluydu.

"Eğer herhangi bir sorun çıkarsa bir İris mesajı göndermen yeter," dedi Lucy Piper'a. "Hemen gelirim. Bu arada bunlardan -başıyla beni işaret etti- gözünü ayırmayacaksın, tamam mı? Acıma yok Piper."

Piper gülümsedi. "Sen merak etme. Hem zaten akşama geri geleceksiniz."

"Belki de bir gün kalırız, tabi çok ısrar ederlerse." Lucy göz kırptı. Çantasını aldı ve el sallayıp tepeden, aşağıda bekleyen beyaz limuzine doğru yürümeye başladı.

Diğerleri limuzine binmiş, Lucy'yi bekliyor, Argus da Lucy için kapıyı açık tutuyordu. Lucy arabaya binmeden önce dönüp bir daha el salladı, Argus kapıyı kapattı, şoför koltuğuna geçti ve motoru çalıştırdı.

Bir dakika sonra beyaz limuzin yola çıkmıştı bile.

"Gidip kahvaltı etsek iyi olur," dedi Piper. "Açlıktan ölüyorum."

Bugün yapacağımız işler için enerji toplamam gerekiyordu ama hiç iştahım yoktu. Elimde çatalımla kahvaltı tabağımdaki domateslere işkence çektiriyordum.

"Kahvaltını yapman gerek," dedi James. "Enerjini topla. moralini bozacak bir şey yok."

Çatalı elimden bırakıp iki dirseğimi de masaya dayadım. Başımı da yumruklarıma. "Benim yüzümden şuan Olimpos'a gidemiyorsun."

"Senin yüzünden değil," dedi sert bir sesle. "Kendini suçlamayı bırak. Ben seni yalnız bıraktım."

Birden bir iç çekiş duyuldu.

Dönüp Piper'a baktım. Üçümüz Hekate masasında beraber oturuyorduk. Dönüp bana baktı ve gülümsedi. Elindeki çatalı bıraktı. "Biliyorsunuz, ben Afrodit'in kızıyım. Eh, öyle olunca da benden sürekli en son çıkan kıyafet kreasyonlarından bahsetmemi, makyaj yapmamı, saçma sapan takılar takmamı falan beklersiniz. Ama benim bunların hiçbirisiyle ilgim yok. Ama Afrodit'ten bana geçen birkaç gücü -istemesem de- kullanıyorum. Bunlardan biri Büyükonuş. Birilerini sadece konuşmalarımla etkim altına alabilirim. Eh, bir diğeri de... Birbirinden hoşlanan iki insanı hemen fark edebilmem. Yani birbirinizden ne kadar hoşlandığınızı anlamak için gözlerinize birer kez bakmam yetiyor."

Piper'ın konuşması bitene kadar neden bahsettiği hakkında en ufak bir fikrim yoktu ama son iki cümle... James'e bakamadım bile. Eminim o da bana bakamamıştır. Eminim yanaklarım da kızarmıştır.

MELEZ BELAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin