Bahadır...
Yiğit, cesur, güçlü demek... Uzaktan bakılınca isminin anlamını karşılıyormuş gibi gözüküyor. Ama hala Bahadır'ı tam anlamıyla tanımıyorum. İsmi dışında...
Nedenini bilmiyorum ama tanımak istiyorum. Ne sever? En sevdiği yemek ne? En sevdiği şarkı ne? Bunları öğrenince ne değişecek bilmiyorum ama merak ediyorum. Sanırım Elif ve Firuze'yle görüşmem gerekecek. Hatta hemen bir mesaj atsam daha iyi olacak.
Gönderilen: Firuze ve Elif
Mesaj: Kızlar akşam buluşalım, konuşmamız gereken birkaç şey var. Bizim kafede bekliyorum.
İçimde tuhaf bir heyecan var. Tarifi nasıl olur bilmiyorum; tatlı gibi fakat bir yandan da acı. Kendimi yiyip bitirmeden hazırlanıp kafeye geçeyim.
Sürekli bizim kafe diye bahsettiğim yer aslında 3'ümüzün tanıştığı yer. Evimin 2 sokak aşağısı...
Küçükken babama yardım etmek için hep orda çalışırdım. Ama babamın çalıştığımdan haberi olmazdı. Benim babam tırnağım incinse içi burkulurdu. O yüzden başkalarının emrinde çalışmamı asla istemezdi. Ama babamın verdiği harçlıklar bana ancak yetiyordu ve bunu ona söyleyerek üzemezdim ve ben de çalışırdım. Her neyse konuya dönelim. Bir gün çalışıyorum bizim kafede, iki tane kız birbirine laf atarak içeriye girdi. Ama nasıl laf atıyorlar, birbirlerine dalmamak için zor dayanıyorlar. Bir de gittiler yan yana olan ayrı masaya oturdular. Patron benim ilgilenmemi istemişti. Bende gittim tabii.
''Hoş geldiniz kızlar, ne alırdınız?''
İkisi de aynı anda ''hiçbir şey'' diye bağırmasın mı?
Tabii benim de ister istemez sinirim bozuldu. İkisi arasındaki siniri benden çıkarmaya çalışıyorlar. Hemen ağır bir üslupla;
''O zaman masalarımızı boşuna doldurmayın!''
İçlerinden biri ''bu seni hiç ilgilendirmez'' dedi.
Tuttum kolundan onun dışarıya doğru götürmeye başladım. O anda patron ''ne yapıyorsun sen'' diye bakmaya başladı. Sakin kalmalıydım. Eğer kalmazsam işimden olabilirdim. Patron bizi bir masaya topladı ve konuyu halletmeden oradan kalkamayacağımızı söyledi. Her ne kadar konunun benimle ilgisi olmadığını anlatmaya çalışsam da oturmamı emretti. Her neyse oturduk. Kızlar konuşmaya başladı.
Aralarındaki sorun tabi ki bir erkek meselesiydi ve bunun için kalplerini kırmamaya karar verdiklerinde gerçekten sevinmiştim.
İkisi de birbirinden özür dileyip sarılıp ağladılar. Bense hala saf gibi izliyorum. İkisi de bana dönüp;
''Teşekkür ederiz, bize konuşma fırsatı verdiğin için'' demesin mi?
Bu nasıl işti ya? Hem kendileri geldiler, kavga ettiler, barıştılar, şimdi de bana teşekkür ediyorlardı. Şaka gibi.
''Bir şey değil'' diyerek kestirip attım.
Tam masadan kalkacaktım ki soru yağmuruna tutmaya başladılar. Nerde okuyorsun? Kaç yaşındasın gibi...
Ve o an aynı okulda olduğumuza gerçekten şaşırmıştık. Birbirimizi hiç görmemiştik. O günden sonra da birbirimizi her gördüğümüzde selam verdik. Sonra da yakın arkadaş pozisyonuna geldik işte...
Bir anda karşıdan Elif ve Firuze'yi görüp el salladım. Sandalyeye oturduklarında ikisi de sabırsızlıkla benim konuşmamı bekliyorlardı. Onları böyle görmek gerçekten komik bir durumdu. Daha fazla dayanamadım.
''Bahadır kim?'' diye dümdüz bir soru sordum.
Elif'le Firuze başladılar aralarında fısıldaşarak gülmeye...
''Düzgünce konuşmazsanız giderim'' dediğimde ikisi de bir anda ciddileşti.
''Imm, Bahadır tanıdığım kadarıyla fazla sessiz bir kişilik, bir de tenisi çok sevdiğini biliyorum.'' Diye sözle başladı Elif.
'' Bir de onu arada Avm'de çalışırken görmüştüm. Aslında hali vakti yerinde gözüküyor belki de hobi olarak yapıyordur. Ha bir de buralara yakın bir yerlerde oturuyor. Arabasını hep bu taraflarda görüyorum.''
Bu kızlar neler biliyorlarmış bu kadar. Ben daha ismini yeni öğrenmişken; şaşırmıştım bilmelerine. Ama anlattıklarının dışında bir şeyler bilmediklerini söylediler. Demek bizim mahallede oturuyormuş. Vay be! Nasıl olur da fark etmedim.
Her neyse...
Şimdi daha önemli bir konumuz var. Ben Bahadır'la sohbet etmek istiyordum ama nasıl olacaktı?
Buldum! Tabi ki! Tenis sayesinde. Yarın okulda tenis sahasında onu bekleyecektim. Sonuçta istersem bana öğretebileceğini söylemişti. Ne kadar güzel düşündüm diye kendime övgüler savurduktan sonra heyecanlı bir şekilde yatağıma girdim. Yarın çok güzel bir gün olur diye hayal ederken uykuya daldım.
Günaydın güzel gün! Günaydın insanlar!
Ne güzel bir gündü böyle. Hemen ayağa fırlayıp gardırobumu açtım. Ne giysem diye düşünürken en sonunda mavi Jean ve beyaz askılı tişörtümü üzerime geçirdim. Bir ceket alıp birkaç dokunuşla giyimimi bitirdim. Koşarak evden çıkacaktım ki babam;
''Kızım, ne bu heyecan yavaş düşeceksin.''
''Bende seni seviyorum baba'' deyip servise yetiştim. Okula varınca gözlerim epey onu aradı ama bulamadı. Tenis oynuyordur diye düşünüp heyecanlı bir şekilde oraya gittim. Derslere giresim de yoktu zaten. Spor salonuna vardığımda orda yoktu. Gelir diye geçirdim içimden ve beklemeye başladım.
Saat 09.00 oldu...
11.00 oldu...
15.00 oldu...
17.00 oldu...
Gelmedi...
Heyecanlı bekleyişim tükenmişti artık. Yüzümdeki sevinç karamsarlığa yer vermişti artık. Çantamı alıp spor salonundan çıkmaya karar verdim. Bu sefer gerçekten moralim bozulmuştu. Sinirden bir çığlık attım. Yakın zamanda bu kadar sinir olduğumu hatırlamıyordum. Birden tanıdık bir ses duydum.
''Daha oynamadan nereye gidiyorsunuz hanımefendi?''
Bu bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz yorumlarınızı bekliyorum. Okuduğunuzu görmek beni mutlu ediyor. Bir de vote ve yorum yaparsanız çok çok sevinirim. Benden bunu esirgemeyin ;)

ŞİMDİ OKUDUĞUN
BABAM
Chick-Lit''Babalar gitmez baba, ne olur sende gitme.'' Ben Ahsen. Babasının biricik prensesi, annesinin canı ciğeri. Her anı maceralı geçen ama bundan şikayetçi olmayan bir genç kız... Her şey bu kadar güzel giderken bir anda her şeyin tepetaklak olmasına şa...