Altı yıl önce...
Küçük bir kaos hâkimdi Ankara'nın isyankâr caddelerinde ve bir de tövbekâr sokakların isyankâr kızı vardı elbette...
Asi, vurdum duymaz bir o kadar umursamaz ve hiç iflah olmaz kısacası gönül çelendi o, birçok kişinin kalbine giren ama gönlünün tahtını her daim boş bırakan bir sultandı...
Aşk onun için güçsüzlük göstergesiydi, sevmekse sadece büyük bir yalandan ibaretti, o bir insanın bir insanı karşılıksız sevmeyeceğine inananlardı ve onun için aşk yoktu erkekler de çayda çıraydı kısacası sadece küçük birer oyunun parçasıydılar.
Acıması yoktu; sevmezdi insanları, sertti bakışları bakanı demirden beter ederdi, soğuktu dokunuşları bir dokunan bir daha erimezdi, yakardı kendisini sevenleri; soğuğun en sıcağı ile yüzleşirdi yabancı bildikleri...
Ve yürek isterdi onun yörüngesine girmek, bir girdi mi dur durak bilmemek, cesaret isterdi onu sevmek yürek isterdi; esaret isterdi onunla sevişmek bir başladı mı ölürcesine sürüklenmek, ya adam gibi sevecekti karşısındaki ya da çekip gidecek!
Güneş kara bulutların arkasından göz kırpsa da genç adama, gözü görmüyordu yukarıdaki eşsiz afroditi, gözleri sadece kızıl fırtınasını arıyordu ve yeşil gözlerine takılıp kalmak istiyordu, gözleri sanki birer köprüydü o ise üzerine atlamak için çıkan intiharperest bir âşık, öyle bir takılıp kalmak istiyordu ki o nehirlerde, tıpkı intihara kalkışan korkak gibi, biliyordu takılmasa düşecek gözlerinden ve yok olup gidecek, intihara kalkışma cesareti vardı elbet o yüzden o anlam dolu bakışların büyüsüne kapılmak istiyordu ama onu yaşamadan ölüp gitmekten korkuyordu ve bu yüzden gözlerinin üzerine kurulu köprüden düşemiyor sonsuza kadar orada kalmak istiyordu.
İki gündür yanına gitmeye cesaret edemeyen Aybars Zühre'sini görmek için sabırsızlanıyordu, kararlıydı bu gün mutlaka karşılaşacaktı onunla, bu yüzden pusuya yatmış komutan edasıyla sınıfının kapısında beklemeye başladı, sırf onu görebilmek için hiç yapmadığı bir şeyi yapıyor yani tek aşkı olan dersini yakıyordu...
Nihayet sınıfın kapısı açılıp profesör içeriden çıktı, birkaç dakika bekleyip içeri girdi çünkü sınıftan çıkan hiç kimse beklediği kişi değildi, arkalarda oturan kızıllığı fark etmemek mümkün değildi, yavaş ama emin adımlarla başında dikilene kadar yürüdü genç adam, kararlıydı onu gerçekten istiyordu çünkü bu kızıl yabancı ona bir kalbi olduğunu hatırlatıyordu.
"Hadi kalk birlikte kahve içeceğiz." diyerek ufak bir emrivakide bulundu, birkaç gecedir fazla çalışıp parada koymuştu kenara, hiçbir engel yoktu buluşmalarına, karşısındaki kızıl engeli saymazsak tabi!
"Kahve istemiyorum."
"Öyle ise yemek yeriz."
"Yemek de istemiyorum."
"Ne istiyorsun?" dedi genç adam kararlıydı onu oradan almaya.
"Defolup gitmeni mesela," dediğinde ufak bir kahkaha koptu duyanlardan, ama genç adam bunun altında kalacak değildi çünkü ne istediğini gayet iyi biliyordu, içindeki Karadeniz ateşi bir anda yükseldi ve tuttuğu gibi onu oturduğu sıradan kaldırdı. Kendisine şaşkın bir ifade ile bakan kızı baştan aşağıya süzdü ve kapıya doğru neredeyse sürükledi, işine gelirse diye düşündü gelmezse laz damarının ortaya çıkacağını adı gibi biliyordu çünkü.
Zühre, "Bırak kolumu." dedi ve genç adamın kolunu savuşturmak istedi fakat Aybars Zühre'sini hiç bırakmak niyetinde değildi.
Önce sınıftan daha sonra da binadan zorla çıkarılan Zühre ateş yumağına dönmüş ve dokunanı yakmaya başladığını hissediyordu, kendini olduğu yere sıkarak mıhladı, bunun üzerine Aybars durmak zorunda kaldı ve yönünü gerçekten fırtınaya dönen kızıllığa çevirdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Laz Oğli
General FictionGenç adam yemin ediyordu, hemde bağıra çağıra; "Bir gün bu sabrım bitip tükenecek! Bir gün bu sessizIiğim sona erecek! İşte o gün geIdiğinde benim içimi yakan çok acı hesap verecek!" Genç kız ilkez korkuyu iliklerine kadar hissediyordu, çünkü gen...