- DALLAS -
Babamın gelişi, Raphael'in kaçırılışı, Ransom'un yaralanışı üzerinden haftalar geçmişti... O gün olanlardan sonra hiç bir şey eski düzeninde ilerlemedi. Arkadya bile havasını bozmuş, daha da soğumuştu. Elbette bu yaşadığımız tek tuhaflık değildi.
Kayra benimle konuşmuyordu. Hazırlanan yemeklerden yemiyor, hiç bir şeyle ilgilenmiyordu. Sabah güneşin doğuşuyla beraber Asmalı Kanlı Göl'e gidiyor ve güneş batana kadar geri dönmüyordu. Babamın ya da başka herhangi kötü varlıkların olabileceğini söylesek de omzunu silkerek yine aklındakini yapıyordu.
Bütün gece Ransom ile bahçede büyü alıştırmaları yapmıştık. Güneş'in doğmasına yakın odaya çekildik ve Kayra'nın uyanmasını bekledik. Tam tahmin ettiğimiz gibi, Kayra yine güneşin doğuşuyla beraber uyanmıştı. Yatağın diğer ucunda ki basınç azalınca kalktığını anladım. Uyuyormuş numarası yaparak onu daha rahat görmek için yatakta döndüm. Kayra birden duraksadı. Kimsenin uyanmadığına emin olarak ayakkabılarını ve üzerine kalın bir şeyler alarak odanın kapısını yavaşça araladı.
"Çıktı," dedi Ransom. O da bizimle aynı oda da kalıyordu. Kendisini rahat hissedeceği güzel bir yatak ve eşyalarını yerleştirmesi için bir dolap yapmıştı. "Melek, yoksa uyudun mu?" Başımı yastıktan kaldırarak yatağın üzerinde doğruldum. Ben hiç bir cevap vermeyince "Takip edecek miyiz?" diye sordu.
"Bu sefer gittiği yere kadar değil, oradan dönene kadar onu takip edeceğiz," dedim. Sonra aklımda hep takılı olan soruyu sordum. "O gölün içerisinde ne var?"
"Kendisini asan klonların cesetleri olduğunu düşünüyorum."
"İçinde ceset saklayan bir göl mü? Kayra orada böyle bir şey olduğunu bilse bir daha o yere yaklaşmaz bile," dedim. Havanın bugün ne kadar soğuduğunu anlamak için odanın penceresini açtım. "Düne göre daha soğuk," dedim ve tam pencereyi kapatacakken Kayra'nın savrulan kızıl saçlarını gördüm. Saray'ın bahçesinden yeni çıkıyordu ve dışarıya çıkarken giydiği kalın eşyaların hiç birisi üzerinde yoktu. "Ransom..." diye seslendim. Kahin yanıma geldiğinde gördükleri karşısında gerilmişti. Gerginliği içimde tuhaf hisler oluşturmuştu.
"İyi bir şey olduğunu düşünmüyorum," dedi.
"Hadi hemen çıkalım. Eşyalarını nerede bıraktığını bulalım da yanına gittiğimizde giymesi için geri veririz."
"Dinleyeceğini pek sanmıyorum. Bu kızılcık çok inatçı."
Her ihtimale karşı Diana'nın büyü kitabını da yanımıza almıştık. Ransom bu kitabı bana ilk verdiğinde, kan bağımı kullanarak hangi büyüleri kolaylıkla bulup yapabileceğimi söylemişti. Raphael ile büyü denemeleri yaparken ne demek istediğini bir türlü anlayamamıştık. Ancak beraber çalıştığımız zaman ne demek istediğini anlamıştım.
Kanımı istiyordu.
Kitabın üzerinde bulunan gizli bir yer vardı. Bu yere, büyü yapacak kişinin bir kaç damla kanı damlatılıyordu ve kitap içinde ki yazıların bazıları siliniyordu. Kalan yazılı büyüler ise o kişinin yapabileceği boyuttaki büyülerdi. Ama en tuhaf olanı da, o yazıların sadece kanını kitapla paylaşan kişinin görebilmesiydi. Okuma yazmam olmadığı için zorlanacağımı zannetmiştim ancak kitapta bana görülen yerlerin hepsini okuyup, anlayabiliyordum.
"Dallas!" Ben kitaba dalmışken Ransom'un sesini duydum. Benden fazlasıyla uzaklaşmıştı. "Dallas!" Ses saray bahçesinin diğer ucundan geliyordu. Görüş alanıma girdiğinde ilk dikkatimi çeken önünde yanan eşyalar olmuştu.
"Bunlar Kayra'nın kıyafetleri," dedim şaşkınlıkla. Odadan çıkarken üzerine giydiği tüm eşyaları yakmıştı. "Bunun neden yapmış olabilir ki?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARKADYA (ASKIDA)
VampireÖlüm gibi sessiz, ceset gibi soğuk sokaklar. Taşları kanla boyalı yollar, son nefeste verilen çığlık gibi amaçsız, umutsuz bekleyişler. Huzurun olmadığı, inancın köreldiği bir şehir. Kin ve nefretle doğan tecavüz kurbanı bebekler. Yalanlara aşık kad...