- DALLAS -
Soğuk Arkadya...
Kocaman demir kapı Raphael'in cümlesinin bitiminden hemen sonra açıldı ve yüzüme çarpan küf, demir, ceset kokularının soğuk rüzgarı nefes gibi yüzüme çarptı. Midemin yüksek dozda bulanması yüzünden, içimde biraz yiyecek olsaydı muhtemelen bu gösterişli kapının hemen önüne kusardım.
Ama tuttum. Kanatlarımı Kayra'nın önüne siper ettim. O benim kadar güçlü değildi. Raphael'in silüeti önümüzde can buldu ve eliyle "Buradan," dedi.
Annemin kaçıldığı ve babamla tanıştığı zaman ki anılarını anlattığı zaman geldi aklıma. Hiç böyle anlatmamıştı. Pembe ağaçlardan, uzun sokaklarda ki rengarenk mağazalardan, çeşit çeşit çiçeklerden, temiz havasından bahsederdi hep. Ne kadar Diana'nın onu kaçırması hoşuna gitmese de, gittiği yerin güzelliği aklının en güzel köşesine kalmıştı.
"Hiç annemin anlattığı gibi değil..." dedim Raphael'i arkasından takip ederken. Şehrin girişinde ki solmuş ve kabukları böceklenmiş ağaçlara bakarken "Neler oldu buraya böyle?" diye sordum. Ama Raphael bir cevap vermedi.
Ölüm gibiydi. Fazlasıyla unutulmuş, gömülmemiş, bataklıkta kuruyan bir ceset gibi. Evet, evet kesinlikle bu şehrin berbatlığını anlatan cümle bu olabilir. Gökyüzünü siyah bulutlar kaplamıştı. Şehir bomboştu. Annemin gözleri parlayarak anlattığı mağazaların camları kırılmış, elbiseler, çantalar kömür karasına boyanmıştı. Yerdeki taşlar çatlaklarla doluydu. Apartmanların duvarları kırılmış, camlar eski kağıtlarla kaplanmıştı. Nefes alan tek canlılar biz ve böceklerdi.
"Diana öldükten sonra şehir bu hale geldi. Önceden yaşayanlar vardı. Topladığı cadıların klonlarını yaptı ve asıl bedenlerini sakladı," dedi ve Raphael durdu. Eliyle sol tarafı göstererek görüş alanımızdan çekildi. "İşte burası Diana'nın sarayı. Anneni çok uzun bir süre burada tuttu." Parmağıyla kurumuş bir ağacı gösterdi. "O ağaç önceden pembeydi. Yaprakları ve gövdesi... Zac ve Mia orada çok zaman geçirirlerdi. Hatta sanırım ilk orada tanışmışlardı," dedi. Raphael sarayın bahçesine doğru ilerlerken bende gözlerimi kurumuş ağaca diktim. Eski halini, annemle babamı onun yanında hayal etmeye çalıştım. Ancak zordu... Burada hayal kurmak fazlasıyla zordu.
"Dallas! Biri var orada!" Kayra tiz bir çığlık attı ve kendisini birden kucağıma attı. Gösterdiği yerden bir gölge geçmişti.
"Korkma Kayra. Klonlardan hala biraz kaldı. Ancak bir zombiden farksız değiller. Eski ihtişamları yok. Büyü yapma yetenekleri yok. Hatta bazıları kim olduklarını bile unuttu," durdu. "İşte ilk göreviniz. Burayı eski haline getirmelisiniz. Diana ile aralarındaki bağ koptu. Eğer burayı eski güzel haline getirirseniz klonlar size bağlı olacaktır. Ve Lilith bizleri büyülü şehirden serbest bıraktığı zaman burada istediğimiz gibi yaşayabileceğiz." Raphael sarayın giriş kapısına doğru ilerlemeye devam ediyordu. Kayra hala kucağımda duruyordu. Bir eliyle burnunu tıkamış, diğer eliyle de kanadımı üzerinde tutmaya çalışıyordu. "Unutmayın, size sadece burayı düzeltmeye yardım etmek için gönderildim. Bütün yeteneklerini öğrendiğin zaman Dallas, ben geri döneceğim. Siz seçilmişler Kan Küresini aramaya devam edeceksiniz."
"Neden sadece Kan Küresini aramıyoruz? Neden burayı eski haline getirmekle zaman kaybediyoruz ki?" diye çıkıştım Raphael'e. Sanki Lilith elinden geldiğince süreyi uzatmaya çalışıyordu.
"Sahte olan, aslında gerçek olandır... Görevlendirdiğiniz her yer bu şekilde olacak. Yıkık, harabe mekanlar. Sahte olan aslında gerçek olandır. Gerçek olanı gün yüzüne çıkarmak zorundasınız. Kan Küresini ancak o şekilde bulabilirsiniz," dedi ve dökülen sarayın içine girdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ARKADYA (ASKIDA)
VampireÖlüm gibi sessiz, ceset gibi soğuk sokaklar. Taşları kanla boyalı yollar, son nefeste verilen çığlık gibi amaçsız, umutsuz bekleyişler. Huzurun olmadığı, inancın köreldiği bir şehir. Kin ve nefretle doğan tecavüz kurbanı bebekler. Yalanlara aşık kad...