Bölüm 6: "Kanatlarımsın"

1.4K 47 0
                                    

Kırmızı elbiseyi avucumun içiyle kavrayarak vücuduma tam yapışmasını sağladım ve aynı renk rujumun taştığı yerleri baş parmağımla düzelttim. Bugün çok güzel olacaktı. Oyle olmalıydı. Korna sesiyle irkildim ve son kez kendime bakıp topuklularımı ayağıma geçirdim. Koşarak aşağıya indim. Kapıyı açtığımda ceketli bir Deniz görünce gözlerim yuvasından neredeyse çıkacaktı. Ölüm kalım olmadıkça giyinmediği ve hep resmîliğinden yakındığı o kıyafetler, şimdi önemli bir şeyler olacak diyen iç sesime hak vermemi sağlıyordu. "Yanıyorsun" dedi hayran hayran gülümseyerek. "Peki bunu neye borçluyuz?" dedim ceketinin yakasından tuttuğumda. "Sana" dedi ve kapımı açtı. "Buyurun matmazel".

Yol boyunca hiç konuşmamış, yalnızca arada bir kaçamak bakışlar atmıştık birbirimize. Geldiğimiz restoran gerçekten çok lüks ve pahalı bir yere benziyordu. Dışı ufak bir sarayı andırıyordu, içerideki laminant parkeler bu havayı iyice destekliyordu. Tavandaki kocaman elmas taşlı avizeler kendimi önemli hissetmemi sağlıyordu. Tam altından geçerken 'şimdi kopup üzerimize düşse ne olur' diye düşünmekten kendimi alıkoyamadım. Aklıma gelen manzaraya yüz buruşturup gülerek tepki verdim. Az sonra garson eşliğinde bize ayırtılan masaya varmıştık ve gelene kadar kafamı yerde tutmayı uygun görmüştüm. Dikkatli bakışların insanların üzerinde görgüsüz olduğum düşüncesini bıraksın istememiştim. Deniz sandalyemi çekti ve beni oturturken derin bir nefes çekti. Kokumu almaya çalışmış olamazdı değil mi? 

Her şey gerçek olmayacak kadar güzel duruyordu. Tam hayallerimdeki gibiydi. Tek bir eksiği, kusuru yoktu. Kesin başıma bir iş gelecekti ve tanrı şuan beni 'Yıkımdan önceki mutluluk tablosu ' konulu eserine başrol yapıyordu. Gerildiğimi hissettim. Ben böyleydim işte, en güzel anın tadını kaçıracak kadar umutsuzdum. Çünkü hatırlıyordum; en son mutlu olduğum iki olay vardı. 

Birincisinde, adımın anlamının mutluluk veren bir kuş olduğunu öğrendiğimde duyduğum büyük sevinç; ardından babamın ölüm haberiyle gölgelenmişti. 

İkincisindeyse Deniz'le tanışmış, aynı gün eve döndüğümde annemin beni terk ettiğini fark etmiştim. 

Hayatım böyleydi benim. Mutlu olmayı hiç ama hiç istemiyordum, çünkü ne zaman mutlu olsam etrafımdan biri zarar görecek gibi geliyordu. 

Bu yüzden kendimi mutluluk konusunda hep dizginliyor, hatta mutlu olmamak için elimden geleni yapıyordum. 

Şimdiyse dilimi, yanağımın içini ne kadar ısırırsam ısırayım, kolumu ne kadar cimciklersem cimcikleyeyim; yüzümdeki o kocaman gülümsemeye, içimdeki bin kanatlı kuşa dur diyemiyordum. 

"Ne düşünüyorsun?" diye sordu Deniz. Ben şarap kadehime dokunup aklımdan bunları geçirirken, o beni izleyerek kuyrukları bile birbirine değmeden kafamda volta atan tilkilerini varlığını hemen sezmişti. 

"Beni o kadar iyi tanıyorsun ki bazen senden korkuyorum" dedim çarpık bir gülümsemeyle, gözlerimi kadehimden ayırmadan. 

"Neden korkasın ki?" dedi, şaşırdığın sesinin tınısından anlamamak mümkün değildi. 

"Sana yalan söyleyemiyorum ve sana karşı duygularımı gizleyemiyorum. Bunu yaptığımda ya anlıyorsun ya da ben kendimi lanetlenmiş gibi hissediyorum" gözlerimi her kelimemde koyulaşan mavi gözlerine sabitledim. İçinde kıvılcımlar yanıp sönüyordu adeta. Dudağı muzurca yukarı doğru kıvrıldı. "Benden hiçbir şeyini saklama." ses tonu o kadar imalı gelmişti ki cevap verirsem her şeyi anlayacak gibi hissederek kendimi susturdum.

Yemeklerimizi yerken resmen önümüzdeki rostolara eziyet ediyorduk. Yemek bitince kalkıp gideceğiz ve bir daha hiç görüşmeyeceğiz gibi, anın tadını çıkarır gibi uzatabildiğimiz kadar uzatıyorduk. 

Tek Kaçacak YerimHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin