Bu saçma lisede herkesin dört gözle beklediği bir gezi vardır. Gölün diğer tarafındaki ormanın içinde bungalov tarzı evlerde 3 haftalık bir gezi. Bu evlerde iki kişi 3 hafta boyunca yanlız kalacak. Öğrenciler farklı cinsiyetlerde olduğundan bu gezi genellikle insanların cinsel faliyetlerine aracılık ediyormuş. İşin kötü tarafı katılmak zorundayım. Listelerin asıldığını söylemeye gelen çocuğu öldürme olasılığım son derece yüksek. Kim bilir hangi tanımadığım kızla eşleştim. Öğrenciler panonun önünde tepişirken o geldi. Tanrıça'm. Panoya doğru ilerleyince insanlar ona yol açtı. Listeye şöyle bir göz attı. Güzel gözleri hızlı hızlı satırlarda dolaştı. Ardından panoya arkasını dönüp gözlerini ilgisizce üstümüzde gezdirdi.
- William Robinson burada mı?
Kalbim durdu sanırım. Beni soruyordu. Sarsakça önüne çıktım.
- Benim. Neden?
Vay canına. Şuan sesimdeki öz güvene hayranım. Dea'nın dolgun dudakları hoş bir gülümsemeyle kıvrıldı.
- Harika...
Beni kolumdan tutup sürüklemeye başladı. Sanırım öldüm. Ya da rüya görüyorum. Çatı katına kadar yarı sürüklenerek çıkarıldığımdan beni bıraktığında biraz yalpaladım. Uzun kumral saçları at kuyruğu yapılmıştı. Üstünde siyah dar bir pantolon, sivri burun topuklu ayakkabılar ve ona çok yakışan bol bir grup t- shirtü vardı. Güzel gözlerini bana dikti. Yüzünde hala hoş bir gülümseme vardı.
- William... Güzel isim...
Yutkunmamak için zor durdum.
- Teşekkürler...
Bana doğru bir kaç adım attı.
- Gezide partner olduğumuza göre...
-Partner miyiz?
AMAN TANRIM!?! Yok artık! Dea Santi ve ben. Üç hafta bir bungalovda...
Dea yüz ifademe hafifçe güldü. Gülüşü öyle mükemmeldi ki!
- Sanırım henüz bakmaya fırsatın olmamıştı. Neyse konuya dönecek olursak bu Cumartesi'ne kadar seni daha iyi tanımayı tercih ederim. Üç hafta kısa bir süre değil ne de olsa...
Kafa salladım.
- Elbette. Hakkın var...
Abi ben bu saçma özgüveni nerden alıyorum, anlayan banada söylesin! Dea kafa salladı.
- Bu akşam bir bara gideceğim. Sen de gel.
Tamam anlamında kafa salladım.
- Peki, sana nasıl ulaşacağım?
Elini uzattı.
- Telefonunu ver.
Cebimden çıkardığım siyah İphone'u ona uzattım. Telefonu alıp bir süre birşey yazdı. Ardından bana uzattı.
- Daha sonra çaldırırsın...
Telefonu bana verip aşağı inmeye başladı. Telefon numarasını kaydetmişti. Yanlızca Dea yazmıştı. Benim mükemmel Tanrıça'm düşündüğümün aksine kendini beğenmiş biri değildi aslında. Yani belkide...
Dea bana mesaj attığında saat 18.00'dı.
# Falcium'da buluşalım. Çabuk ol. #
Onunla buluşmak bile uçmama neden oluyordu. Resmen kafayı yiyebilirdim. Üstüme deri ceketimi geçirip arabama atladığım gibi şehrin en salaş barı olan Falcium'a gittim. Burayı ilk geldiğimde kaybolduğum zaman görmüştüm. Bulmam zor olmadı. İçeri girdiğimde özel müşterilere ayrılmış olan bölümdeki Dea'yı hemen gördüm. Yanına gittiğimde gülümsedi.