-30

1K 111 39
                                    

attığı son mesajla gözlerim korkuyla etrafımda gezindi. lanet olsun. şimdi eve gidecek, tatile kadar ve tatilden sonra da evden çıkmayacaktım.

sandalyeden kalkıp kafamı eğerek okulun çıkışına yürümeye başladım. olabildiğince hızlı adım atmaya çalışıyordum ve bunun beni dışarıdan bir özürlü gibi gösterdiğine emindim. bela mıknatısı gibiydim, magnetizma alanım oldukça geniş olmalıydı. ve tahmin etmeliydim. kwon soonyoung, çizgi gözlü pislik, o gözlerine rağmen beni her defasında bulabilme yeteneğine sahip bir öküzdü. suratında pis bir gülüş ya da sırıtma bekledim ama o oldukça sıkıntılı görünüyordu. bezmiş bakışlarımın farkındaydı demek...

sonra gözlerimiz hararetli bir tartışmaya tutuldu.

kendimi eve koşturuyorken buldum bu tartışmanın sonunda. onunla konuşmayacaktım. zaten pisliğin tekiydi, tek yaptığı benimle dalga geçmekti. onun için insanların benimle uğraşmasına katlanamazdım.

"dursana bi'!" diyerek kolumu tuttu. nefes nefeseydim onun gibi. soğuk hava, deli rüzgar kulaklarımı ağrıtmıştı. keşke şapka taksaydım diye düşünürken ellerini kulaklarıma kapattı. burnu kıpkırmızıydı onun da. huysuz çocuklar gibiydik doğrusu ama oynayacak vaktim yoktu.

"ne isti—"

"sadece dinle," ağzından çıkan buhar suratıma çarpmıştı, zaten konuşamazdım ki. tanrım... sıcak nefesi çikolata kokuyordu ve ben ölesiye açtım. ama ona, ama başka bir şeye.

düşüncelerime inat daha da yaklaştırdı suratını. etrafıma bakma gereksinimi duydum, gözlerim hızla onun harici her yerde gezindi. sonra konuşmaya başladı, söylediklerini düşünmüş gibiydi. yani bilirsiniz, o genelde düşünmeden konuşan bir öküzdü.

"seninle uğraşacaklardır, biliyorum ben de uğraşıyordum. ama sen de bil, ben değer vermediklerimle uğraşmam ki. onlar aptallar, ben gibi değiller." ona beni hala çirkin görüp görmediğini sormak istedim fakat vereceği cevap için hazır değildim, yalnızca dişlerimi dudaklarıma geçirdim ve susmaya devam ettim. ben susuyorken ve o böyle konuşuyorken ne de güzel anlaşıyorduk.

"yani diyorum ki, anlaşmamıza gerek yok. belki de bizi birbirimize bağlayan çekişmelerimiz ve tartışmalarımızdır. seninle böyle olmak hoşuma gidiyor." soğuktan çatlamış dudaklarını yalayıp güldü. ben mi? şaşkınca bakıyordum hala suratına. sonra yutkunmayı başardım. başardım ve konuşmaya başladığından beri kulaklarımda olan ellerine götürdüm ellerimi. buz gibi olmuştu elleri, onların aksine kulaklarım yanıyordu. kıpkırmızı olduklarına adım kadar emindim.

"dersler zaten yorucu, başımın ağrımadığı bir gün yok ve sen bana yük oluyorsun."

"hoşuna gitmediğimi söyleme, jihoon."

kafamı eğip "gidiyorsun." dedim. bayağı gidiyordu. pislik olmasına rağmen. evet, büyük bir yanım ondan nefret ediyordu. ama o bunu beklemiyormuş gibi bir an kalakaldı. sonra pis pis güldü ve yaklaşıp —evet zaten cehennem kadar yakındık— saçlarımı dağıttı.

"tamam o zaman, canımı sıkma. benden kaçma." dudaklarını büktü. "diğerlerini takma, beni tak. ah, bugün ne kadar da..." gözleri iki kez süzdü beni. o sıra ben sinirle gözlerimi kapatmış 'çirkinsin' lafını bekliyordum. bunun yerine öksürük sesiyle gözlerimi araladım.

"biraz daha burada durursak üşüteceğiz." kafamla onu onaylayıp biraz geri çekildiğimde soğuk hava tekrar her bir tarafıma nüfuz etti. az önceki halimizle kalmak istediğimi fark ettiğimde ise yüzüm kızardı. boğazım kurudu, midem gerildi.

lisa ve helen'in kararlarımı etkilemelerine izin vermek mi? tamam, sadece biraz düşünmeliyim, kafayı yiyecek olsam da.

uglyHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin