tamam kabul ediyorum. her şeyi boşverip kollarına koşmayı binlerce kez istedim ama her defasında bu isteğimin önüne geçebildim. şimdi ise, o bana haftaların ardından mesaj atmışken, kalbim bir kuşunki kadar hassas.
"çoktan peşinde dolanmaya başlamıştı. sessizce iznini bekliyorsa düşünmeye başlamıştır. vay be, onu eğitiyorsun." jisoo'ya gözlerimi devirip elimdeki buz tutmuş olan kahveyi bir dikişte içtim.
"benimle dalga geçmeyi kes, iyice soonyoung'a benzemeye başladın." sıkıntıyla yanağımı şişiriyorken kafama bir tane vurdu. "saçmalama jihoon!"
"saçmalamı–" gözüm kafenin girişine takıldığında sözüm nefes boruma kaçtı sanırsam, boğulacak gibi hissettim. ağzımdan küçük bir "siktir" dökülüyorken jisoo da bu garip halimi fark edip arkasına döndü ve onu gördü.
soonyoung, adi pislik, karın erimesini ve havaların hafiften ısınmasını bir fırsata çevirmiş, üzerine deri ceketini geçirmişti. saç dipleri uzun zaman önce boyandığını belli eden koyuluklara sahipken tamamen sarıydı. şu sürtük kızların boyattığı sarıdan, o derece. ama benim onda tek görebildiğim, bunlar haricinde, geçen seneki çocuktu.
bizi gördüğünde yanımıza yürümeye başladı. aynı zamanda jisoo'ya ters bakışlar atıyordu. içimi tarifi imkansız bir sıcaklık, bir sancı kaplamıştı.
"selam," dedi bana küçük bir gülümsemeyle, sonra suratı tekrar asılırken jisoo'ya "benimkiyle ne işin olduğunu sorabilir miyim?" diye tısladı.
jisoo bir an bile istifini bozmadı ve "konuşuyoruz işte, iki insan gibi." dedi. soonyoung'un sinirlendiğini görebiliyordum. jisoo'yla arkadaş olduklarını biliyordum, ama o, benim bunu bildiğimi bilmiyordu.
soonyoung imalı bakışlarıyla onun üzerinde delik açacak iken sakince söyledi. "bir ara benimle de konuş."
ardından tamamen farklı duygularla dolu olan suratı beni buldu. sanki jisoo yanımızda değilmiş gibi bakıyordu bana. benim de ona bakışlarım farklıydı. ellerim, parmaklarım her bir telini sevmek için saçlarına karışmak istiyordu.
saçlarını boyatmasının sebebini bile kendi üzerime alınmam beni ezik hissettirmeye başlamışken heyecanla "senin için." dedi. gözleri parlıyor, yanakları gülümsediğinde elma dilimlerine dönüyordu. oracıkta kucağına bırakasım vardı kendimi. bunun yerine kendime hakim olup —inanın çok zor— "ne benim için?" diye sordum. aptala yatmak her zaman işe yarardı!
"aptal." elimi tutup içimde büyüyen isteği görmüş gibi saçlarına koydu. boyanın ve işlem görmüş olmanın verdiği zarar o kadar da etkilememişti onu. ya da ben özlemekten çıldırdığım için böyle hissediyordum, yumuşacıktı.
öylece dalmışken jisoo'nun sahte öksürükleriyle birbirimizden ayrıldık. soonyoung ölümcül bakışlarını tekrar takınmış, ona bakıyordu.
geçen birkaç saatte de bunun keyfini çıkardım. ona çaktırmadan giderdim özlemimi, olduğu yerde sinirden kuduruyorken yumuşayan kalbimin farkında değildi.
farkında olmadığı birkaç şey daha vardı.
zaten buna çabalamıyor muyduk jisoo ile, biraz aklının başına gelmesi içindi tüm çabamız. oynamak istemediğimi, yorgun olduğumu söylemiştim fakat yeterince uzun bir zamanı katetmemiş miydik çoktan? belki de yavaş yavaş her şeyi gün yüzüne çıkarma vakti gelip çatmıştı bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ugly
Fanfictionona normalden daha uzun baktığımı fark ettiğim an çok geçti, çünkü bana dönmüş, bakışlarıma karşılık veriyorken hemen karşımızda oturan annesini unutabilir ve yumuşatıcı kokusunun çoktan burnumu istila ettiği o kazağına gömebilirdim suratımı. eriyor...