"bana benimki demiştin."
"evet hatırlıyorum, benimki." güldü.
"nereden senin oluyorum ki?" kafamı sağa yatırıp ona bakmaya devam ettim. gözlerini devirdi.
"iki," duraksadı ve yaklaşıp dudaklarımı öptü. sonra ayrılıp cümlesini tamamladı "üç yıldır benim dışımda kimsenin rüyalarına girdiğini sanmıyorum, fare."
"belki birileri görmüştür rüyasında beni." düşünceli bir şekilde omuz silkip dudaklarımı yaladım. içim şu an köşede duran küçük çam ağacı gibiydi. oldukça süslü ve ışıklı. anlarsınız.
ama o kaşlarını çattı, boğazını temizleyip "sanmıyorum." dedi. ona 'sanmak istemiyorsun' demekten vazgeçtim. açıkçası okuldaki kimsenin benimle ilgilendiğini sanmıyordum. soonyoung hala küçük bir şoktu benim için.
"cidden görmüş müdür birileri?" sorduğu şeyi idrak ettiğimde sırıtıp kafasına vurdum. "sadece rüyalarına mı girdim?"
"yoo, hayır. bildiğin aklıma girmiştin. hiç çıkmıyordun, sana gıcık olmuştum. ama sonra alıştım, bu güzel gelmeye başladı, hep aklımda olman yani." kaküllerimle oynayan parmağını suratımda gezdirmeye başlayınca nefesimi tuttum. "sonra kalbime de girdin zaten ama bunu hemen fark edemedim. zor süreçlerden geçip seni de üzdüm."
"olsun!" dedim hızlıca. beni hep böylesine sevse hiç üşümezdim herhalde.
"bir ara jisoo'ya pizza ısmarlamalıyım." deyip güldü. jisoo aklıma gelince ben de güldüm. uzun zamandır konuşmuyorduk, gelişmelerden haberdar olduğunda bir taş bulup kafamı ezeceğine emindim.
bunu düşünmeyi daha sonraya bırakıp üzerimdeki battaniyeyi çekiştirdim.
"örtsene." geri üzerime örtmeye çalışıyorken "zaten sıcak!" diye karşı çıktım. kendi tarafını da üzerinden atıp yatağın kenarına doğru ittirdi battaniyeyi. yatağın ortasında bağdaş kurmuş oturuyorduk. hemen dizlerimizin temas ediyor olması iyi hissettiriyordu.
"baksana," hızla gözlerini gözlerime dikti. "evet, baktım?"
"bunu şimdi sormam saçma ama emin olmak istiyorum." kafasını sallayıp oturuşunu dikleştirdi. bu aramıza biraz mesafe kattığı için ben olabildiğince yamuk duruyordum. içimden bir ses ona bu kadar alışmış olmama kızıyordu.
"hadi sorsana."
"nasıl emin oldun? çünkü... yani benden bahsediyoruz. sadece küçük bir hoşlantı olabilirdi."
"hep küçük hoşlantılarla başlar, demişti chae bana. cidden öyle oluyormuş. en başta seni okulda, daha sonra sınıfta gördüğümde sevimli olduğunu düşünmüştüm. kimseye pas vermiyor oluşun hoştu. söylediğim gibi bunlar küçük hoşlantılar. bağırışlarına geldiğimde ve seni o halde gördüğümde daha başkaydı. hemen kollarımda yarı baygındın, bilincin yerinde bile değildi. kafayı üşütüyordum. galiba o zaman etkilenmiştim."
"ben ölüyordum ve sen etkilenmekle mi meşguldün?" yalancı bir somurtmayla sahte gözyaşlarımı sildim. ortam biraz daha ısınırsa cidden ağlayacaktım, biraz mizah ona da iyi gelmişti. çünkü ciddi şeyler anlatıyorken kendini fazla kasıyordu.
"sonra hep karşıma çıkmaya başladın." kaşlarını çattı. "beni tanımıyordun. hayır yani, gelip teşekkür etmen umurumda bile değildi, en azından bakışlarıma karşılık verseydin!"
"bilincimin yerinde olmadığını kendin söyledin." diye kendimi savundum. şimdi düşününce, cidden kötü bir durumdu.
"her neyse, sonra saçmalamaya başladım işte. hayatını mahvettiğimi çok geç kavradım." yaklaşıp yanaklarımı kavradı. "cidden üzgünüm, fare. bocaladım." kapalı gözlerinin ardından alınını alnıma yasladı. ellerinin üzerine koydum ellerimi. önemli değil, diyemiyordum. onu rahatlatacak hiçbir kelimem yoktu. bu yüzden hazır gözlerimiz de kapalıyken kendimi biraz daha ona bırakıp dudaklarına yasladım dudaklarımı.
bundan sonra yanımda olacaksa, hiç ayrılmayacaksa, işte o zaman önemli değildi. bunu anlamasını istiyormuşçasına üst dudağını dudaklarımın arasına alıp onu öpmeye başladım. afallama süresi kısa sürdü ve bana karşılık verdi çabucak.
"kalbinin benimkiyle bir hikayesi var gibi görünüyor..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ugly
Fanfictionona normalden daha uzun baktığımı fark ettiğim an çok geçti, çünkü bana dönmüş, bakışlarıma karşılık veriyorken hemen karşımızda oturan annesini unutabilir ve yumuşatıcı kokusunun çoktan burnumu istila ettiği o kazağına gömebilirdim suratımı. eriyor...