Sanki günlerdir uyuyordum. Ve bu süre yetmemiş gibi daha çok uyumak, yattığım yerden kalkmak istemiyordum. Böyle daha rahattım. Her şeyden bir haber, ıssız bir ormanda kuşlar, böcekler ve yırtıcı hayvanlarla bir yaşam sürmek her ne kadar korkutucu olsada insanlardan uzakta, iletişimsiz bir yerde olmak, her sabah kuş cıvıltılarıyla uyanmak daha cazip geliyordu. Her ne kadar böyle bir hayat istesemde insanın doğasına böyle bir yaşam günümüz şartları içinde çok ters.
İnsan bir dağ başında tek başına bir ömür geçirmek istemez ama yanında birisi olur ise o yaşam daha çekilir hale gelir. Hayatın çekilir hale gelmesi içinse bir amaç, gaye vardır. Peki, benim amacım neydi? Burada gözlerim kapalı, ölü modunda ama esasında uyumak mı?
Boşluktaydım sanki. Gözlerim bana ait değilmişçesine açılmamakta ısrar ediyor, kulaklarım ise dışarıdan gelen sesleri algılamıyor sadece boş gürültü olduklarını hissettiriyordu. Ses dalgaları bir çınlama gibi kulaklarımı infilak ediyordu. Boğazım, sanki bir kış sabahında dışarıda uyuduğum için acıyordu ama birkaç defa öksürük ve bir bardak su ile düzelir hissi uyandırıyordu kurumuş boğazımda.
Bedenimi yavaş hissediyor ve boşluk hissi yumuşak bir yerde sona eriyordu. Şuan için bir bardak su çok iyi gelecekti fakat dilim lal olmuştu. Gözlerim ise kirpiklerime taş bağlıymış gibi açılmıyordu. Biraz kaldırmaya çalışınca bağlanılan taşlar tek tek düşüyordu sanki. Kulaklarıma dolan sesler ise taşlar gibi tek tek yok oluyordu. Ağzımdaki kuruluk ve ekşimsi tat mide bulandıracak derecedeydi. Birkaç defa öksürdükten sonra dilimi dudaklarıma yönlendirdim. Dilim dudaklarıma değince dudağımın üstünde oluşmuş kuru, küçük ve pek sağlam olmayan tepecikler dilimde pütürlü bir etki bırakmıştı. Dilim ıslak bir bez gibi dudağımın üstünde birkaç sefer gidip geldikten sonra o kuruluk neredeyse yok olmuştu.
Kapının yağlanması gerektiğini belirten o iç gıcırtıcı ses ile gözlerim yavaş bir şekilde açıldı ama ışığı görmenin etkisi ile acımış ve tekrar kapanmıştı. Gözlerimi kapatmamla beraber burnuma yakın kısımda bulunan çapaklar bir iğne gibi batınca parmaklarımla gözlerimi ovuşturup, yattığım yerde kanat çırpan bir kuş gibi kollarımı esnettim. Gelen kişiyi kapının orada beklerken yatağa çapraz, eskimsi duran tek kişilik koltukta oturmuş beni beklerken buldu gözlerim. O koltuğa oturmamalıydı bence çünkü koltuktaki tüyler kumaşından dışarı sızmıştı ve bu da üstüne bulaşmasına neden olabilir, üstüne bulaşmasıyla kalmayıp ağzında rahatsız edici bir böcek gibi dolaşabilirdi.
-''Nasılsın? Görüşmeyeli baya oldu sanırım.'' dedi hafif bir tebessüm ile.
Yataktan bacaklarımı sarkıtarak karşısında oturur pozisyona geçtim. Ağzımdaki kuruluk ve ekşimsi tat gitmediği için komodine uzanıp suyu alarak parmaklarımın sadece çeyreğini kapattığı büyük bardağa doldururken sanki çölden gelmiş bir bedevi gibi susamış olduğumu fark ettim. Suyu hızlıca doldurdum ve dinlenerek birkaç yudumda bitirdim ve yerine bırakınca çıkan 'tak' sesi ile Dilan yengeye döndüm.
-''İyiyim sanırım. İki, üç hafta oldu görüşmeyeli galiba. Sen nasılsın?'' dedim yüzümde tek bir mimik oynamazken. Başımı şuan yerden kaldıramıyordum. Sanki başımın üstünde beş ton bir yük vardı ve bu şiddetli bir baş ağrısınıda beraberinde getiriyordu. Bunum içinde başımı ellerim arasına aldım.
-''İyiyim. Tatilin nasıldı?'' olayları biliyormuş ama öylesine laf olsun diye söylemişti. Bıkkınlıkla nefesimi dudaklarım arasından bir balon şişirir verdim.
-''Dilan yenge, cevabını bildiğin şeyleri neden sorma ihtiyacı duyuyorsun ki?'' dememle kapı gıcırtılı sesle açıldı fakat kapı hızlı açıldığı için kapı kulpu sert bir şekilde duvara çarptı.
-''Anne...'' dedi uykudan yeni kalktığı belli olan sesi ile Devran ama beni görünce uykusundan bir kova suyla uyandırılmış bir çocuk gibi oldu bir anda.
-''Buke abla.! Sen ne zaman geldin?'' dedi heyecanlı sesi ile.
-'' Dün sabah geldi oğlum. Çok yorgun olduğu için dinleniyordu bu yüzden görmedin. ''
-''Ha!?'' şaşkınlıkla sadece bu iki harf firar etmişti dudaklarım arasından. Benimde normal insanlar gibi akşam uyuyup sabah kalkmam gerekiyordu fakat ben normal bir insan değil bir anne adayı idim.
Devran annesinin açıklamasından sonra gözleri yeni oyuncağını bulmuş bir çocuk gibi beni buldu. Hızlı adımları ile bana yaklaşıp aynı adımları kadar hızlı bir şekilde kollarını boynuma doladı. Hızlı bir şekilde gelmesinden dolayı arkaya doğru sendelesem de yerimde durmayı başarabilmiştim. Bu çocuk hangi ara bu kadar kilo almıştı bu ne ağırlık ya hu.
-''Dilan yenge, ben yokken ne yedirdin bu çocuğa böyle? Beni bile geçmiş.'' dedim hafif bir tebessümle. Tabi buna bozulan Devran savunma mekanizmasını çalıştıran bir aslan gibi geri kalmamıştı.
-''Ben böyleydim zaten sen kilo almışsın...'' bakışlarını karın bölgeme indirip ''...Karnınla aramızda çin seddi oluştu sanki.'' dedi zafer kazanmış bir gülme ile. Ne yapacağımı bilemedim. Çocuk bir bakıma doğru söylüyordu o değil ben kilo alıyordum.
-''Pekâlâ, sen kazandın.'' dedim yenilmişlikle.
-''Oğlum hadi gel biz gidelim. Buke ablanda elini yüzünü yıkayıp öğlen yemeğine insin. Sende kahvaltını yap. Ve bir daha da öyle ani hareketler yapma.'' dedi Devranı benim kucağımdan alırken.
-''Yemeğe yarım saat var.'' dedi. Başımı salladım ve kapıya doğru yürüdü. Devran'ın ise arkadan ''Neden?'' diyen sesi ile kapı örtüldü.
***
Herkes masanın etrafında toplanmış yemek yiyorduk fakat Baran ve Boran ağabey şirkette oldukları için onlar yoktu. Hikmet Hanım'ın da öldürücü bakışları beni delip geçiyordu. Benim de pek fazla iştahım yoktu bir tabak çorba yedim ve sandalyemi elle döşendiği belli olan taşlı zemine sürterek kalktım.
-''İzninizle.'' diyerek birkaç adım atmıştım ki Hikmet Hanım'ın otoriter sesi avluyu doldurdu.
-''Baran'ın odasındaki eşyalarını topla ve misafir odasına geç.'' dedi bundan mutlu olurmuşçasına. Maalesef ki ben mutlu değildim.
-''Nedenini öğrenebilir miyim?'' dedim sesimi kontrol altında tutmaya çalışarak. Kendimi tutamazsam neler olacağını az çok kestirebiliyordum.
-''Akşama imam nikâhı kıyılacak Zelal kızımla.'' dedi gurur akan kelimeleri ile. Bu sırada da mutfaktan yeni geldiği belli olan on sekiz, yirmi yaşlarında normal boylarda, uzun saçlarını gözler önüne seren bir kız çıktı.
-''Anlamadım ne nikâhı? Bu evde bekâr bir erkek var da benim mi haberim yok acaba?'' ses düzeyini biraz fazla kaçırmıştım sanırım ama haklıydım da bir bakıma.
-''Baran'ın nikâhı tatlım.'' kızın vıcık vıcık hissettiren sesi insanı dünyadan soğutuyordu adeta.
-''Hatırladığım kadarıyla Baran'ın bir karısı ve çok yakında doğacak bir çocuğu var. Yoksa Baran size söylemedi mi?'' dedim bende daha sert ve kararlı bir ses tonu ile.Böyle vıcık vıcık konuşmak çok tersti bana. Kızın seviyesine inecek kadar seviyem de yoktu.
Kız gözlerini benden ayırıp Hikmet Hanım'a çevirmişti.
-''Ne demek oluyor bu Hikmet anne.''
Hikmet Hanım'ın yenilgiye uğramış hali gülmeye değerdi fakat şuan gülmenin yeri ve zamanı değildi.
-''Ben de bilmiyordum kızım.'' sesi ilk konuşmasına göre mutsuz ve isteksiz çıkmıştı. Lerzan babanın ilk defa konuya katılması ile ortalık bir anda bayram yerine dönmüş, zılgıtların ardı arkası kesilmiyordu.
-''Mardin! Mardin! Bir torun daha geliyor senin aldıklarına inat.!''
VE BÖLÜM SONU...Bir yeni bölümle daha karşınızdayım. Sınavlarım bitti derken belim ağrımaya başladı ve bu yüzden bölüm kısa oldu sanırım. Öyle mi? 16.bölümüde yazmaya başladım bir aksilik olmazsa en kısa zamanda sizlerle inşAllah. Ve bir de birkaç bölüm sonra final yapmayı düşünüyorum . Sizce? Bölüm hakkındaki iyi ve kötü yorumlarınızıda bekliyorum.Allah'a emanet....
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BUKE(TÖRE)
General FictionBUKE 20 YAŞINA KADARERKEK GİBİ YETİŞMİŞ ASİ HIRÇIN İNATÇI BİR KIZ.TÖRENİN BARIŞ BERDELİ KARARIYLA BABASINI ÇİĞNEYEREK ANKARYA HEM OKUMAYA HEMDE YENİ HAYAT KURMAK İÇİN GİTMEK İSTER AMA BARAN TÖRELERİ BİLDİĞİ İÇİN BUKEYİ ZORLA MARDİNE GETİRİP EVLENİR...