Yakın zamanda detaylarının çok da önemli olmadığı bir tarihteyiz. Sizin zamanınızın yakınında ama yaptıklarınızın çok uzağında bir yerde ayılı bir evdeyiz.
Uzun yeşil çimler, dağların çevirdiği bu düzlük alanda oldukça yabani duruyorlardı. Rüzgarın onlara öğrettiği dansla her biri yabaniliğini gizlemeye çalışıyordu. Her ne kadar bu onların en doğal halleri de olsa insanlar onların doğallığını yabanileştirmişlerdi. Acaba çimler rüzgarın soğukluğunu hissedebilirler miydi? Bir insan için oldukça soğuk olduğu kesindi. Yeşillik örtmüştü dağları. Etrafta pek ağaç yoktu. Sadece dağlarda görülüyordu ağaçlar ve onlarında yukarısındalardı. Bu dağların arasındaki muazzam düzlükte sadece bir tane ev vardı. Bacası tüten taştan ev. Şimdilere yakın ama şimdikilerden çok uzak bir adam yaşıyordu içinde. Tek başına kimsenin olmadığı yerde herkesten ve çoğu şeyden habersiz yaşıyordu. Orta yaşlarda, hafif eamer, uzun boylu, saçı sakalı uzamış biriydi. Dışardan bakan bir insan için epey bakımsız olarak yargılanabilirdi. Belkide bütün bunlar yüzünden buraya gelmişti ama o kadar uzun süre geçmiştiki kebdisi bile unutmuştu neden geldiğini. Belli ki artık önemsizdi.
Artık tek düşmanı bu ormanda yaşayan hayvanlardı. Bu onu hiç rahatsız etmiyordu. Çünkü pek çok insan düşmandansa, pek çoktan daha fazla hayvana düşman olabilirdi. Hayvanlar yaşamlarını sürdürebilmek için düşmanınız oluyorlardı. İnsanlarsa açgözlülüklerinden. Sözde daha iyi şartlarda yaşamak için birbirlerinin üzerlerine basıp verdikleri hasarı düşünmeden gidiyorlardı. Oysa yaşamak için bacası tüten bir ev ve karnını doyurmak için biraz efor yeterliydi.
Kapıyı açtı hemen eşikteki düz zemine oturdu. Aklı içerideki boşluğa kaymasın diye kapıyı ve ardından gözlwrini kapattı. Eskiden onu korkutan doğanın rutin sesleri artık ona huzur veriyordu. Muhtemelen korkmasının temel sebebi onu buna koşullandıran yaşam yapısıydı. Her nasıl olduysa gözüne kötü geldiği için ona zarar bile veremeyecek canlılardan korkmuştu insanoğlu. Korkmaya gerek yoktu, onun hayatına müdahale edemeyecek şeyleri göz zevki için öldürmesine ya da onlardan kaçmasınada. Birileri para kazanacak yeni yollar ararken insanı dogal olandan tiksindirmeyi ve korkutmayı başarmıştı anlaşılan. Korkuları aştıktan sonra rüzgarın hatta havanın onu sarışını hissedebiliyordu artık. Kendi içerisine bakmayı kolaylaştırıyordu bu. Hava kararacaktı. Güneş iki dağın kesiştiği en alçak yerden batmak üzereydi. Bu evin kapısının arkasına denk geliyordu ve adamın önünü muazzam bir şekilde akşam güneşi ışığıyla aydınlatıyordu. Her an gelebilirdi. Gözlerini açtı yavaşça. Dağın yukarısında ormanın başladığı sınırdaki ağaçların arasından çıktı, ayı. Çok açılmazdı ormandan. Bir kaç metre ilerleyip yeterince açığa çıkınca o da oturdu. Adam direkt olarak ayıya, ayıda direkt olarak direkt olarak adama bakıyordu. Bu çoğu zaman böyle olurdu. Bu sefer geç kalan ayı olmuştu. Ayı çok yumuşak görünüyordu. Yaklaşılamayacak kadarda güçlü. Bu adama hayatı anlatıyordu. Her zaman o ayıya sarılıp sevgi göstermek isterdi. Acaba ayı da böyle mi düşünüyordu? Bir sekilde insanların ne kadar tehlikeli olduğunu öğrenmiş ve o yüzden mi koşup bu yalnız adama sarılamıyordu?