Aşk bir kere girdimi kanına, zehir gibi yayılır damarlarına… Bir kısır döngüdür aşk… Döner durur, kalbinden kanın her bedenine yayıldığında…
“Neymiş derdim?”
“Senem’i kabullenmek istemiyorsun”
“Onun neyini kabullenmeliyim!” sesim hırsla yüksek çıkmıştı ama ben vitesi boşalmış bir araba gibi rampadan aşağı tam gaz saydırıyordum. “Dur sen söyleme çünkü artık birinin seni bu pamuk prenses görünümlü kevaşe rüyasından uyandırması gerekiyor. Onu kabullenmiyorum çünkü onun içinde iyilik adına hiçbir şey yok. Onu kabullenmiyorum çünkü onun içinde temiz olmayı istemek adına hiçbir şey yok. Onu kabullenmiyorum çünkü seni boka sokmaktan başka bir şey yaptığı bir şey yok. Onu kabullenmiyorum çünkü seni bizden kopartıyor. Bana zarar vermesi bile umurunda değil…”
“Onun geçmişini sana anlatmıştım” dediğinde sesinin tonu beni şaşırtmıştı ve ben söylediklerime çoktan pişmandım ama geri dönüş yoktu.
“Bunun ardına sığınma artık! “ diye haykırdım ve belki de kopma noktasına getirecek kelimeler dudaklarımdan dökülürken Sedat’ı kaybedeceğimi biliyordum. Ama o iyi olacaksa buna değerdi…
“Kaç yaşında, kaç kişinin tecavüzüne uğradığı, kaç ameliyat geçirdiği beni zerre kadar ilgilendirmiyor, niye biliyor musun benim kendi hikayem onunkine on basarda ondan…ama ben kendi bok çukuruma kimseyi çekmeye uğraşmıyorum. Çünkü kendi pisliğimde boğulmak daha güzel” dedim ve arabadan hırsla indim. Gözyaşlarım artık bir süre akmaya devam edecekti çünkü yıllardır ağlamıyordum ve artık kalbim sonbahar yağmurlarına teslim olmuştu. Reks sinemasına doğru aşağı o topuklu ayakkabılarla nasıl iniyordum şaşkındım. Yağan kar gözyaşlarımın sıcağına değip tenimi dağlarken Sedat’ın bana yetişmesi uzun sürmedi. Kolumdan tutup beni kokusuna hapsettiğinde hıçkırıyordum.
“Duygu özür dilerim” dediğinde aslında bu benim için bir zaferdi ve ben şu an ateş dansı yapıyor olmalıydım. Oysa tek yapabildiğim hıçkırarak daha çok ağlamaktı...