Zifiri karanlık odanın içine ince bir çizgi gibi düşen güneş ışığı genç subayın kısa saçlarını aydınlatıyordu, ara sıra künyesi parlıyordu, ağır bir işkence sürecinden geçmişti ama acısı ona yaşadıklarını unutturacak kadar fazlaydı. Elleri kan içindeydi teni ıslaktı, kalkmaya çalıştı kolları tüm gücünü kaybetmişti biraz çabalayarak sırtını duvara dayadı, inlememek için kendini zor tutuyordu, canı hiç yanmadığı kadar yanıyordu.
Yaklaşık yarım saat acı içinde bekledikten sonra bir gürültü duydu, arka arkaya gelen metal sesleri nemli odanın içinde yankılanıyordu, başı o kadar dönüyordu ki seslerin gerçekliğinden dahi emin olamıyordu. Sesler çoğalıyordu iki erkek birde kadın sesi gergin bir biçimde birbirleriyle konuşuyordu.
Nijeryada genellikle ingilizce konuşuluyordu ancak kadında ispanyol aksanı vardı. Kalbi hızlanıyordu. Demir kapının yağsız menteşeleri büyük bir gürültüyle açılıyor, kulakları delen bir ses çıkarıyordu.
İçeri ilk önce kadın girdi, ardından iri cüsseli iki zenci göründü kafalarında bordo renkli bandanalar sarılı iki adam hücrenin ortasına dikildi, bu kadarını seslerdende anlamıştı ancak kim olduklarını merak ediyordu. Kim olduklarından çok kaçırılmadan önce birlikte olduğu arkadaşlarını merak ediyordu aslında. Genç subay dikkatle o tarafa baktı ancak yüzlerini göremiyordu zifiri karanlığın içerisinde. Kendisine bakan üç gölge vardı. Tam doğrulmaya yeltendiği sırada ispanyol kadın subayın ayağına bastı ve konuştu; "Buenos días!" Günaydın*
Genç subay doğruldu. Ağzından hafif tınılı bir inleme çıktı ancak bu onun canını zerre kadar bile yakmamıştı.
"Ne istiyorsun?" dedi çatık kaşlarla. Genç subay kadına sabitlemişti bakışlarını. Kadının dudağı hafif yukarı kıvrıldı, sırıttı.
"Anlaşılan İspanyolca bilmiyorsun." Kendisini beğenmiş bir edayla konuşmuştu."Bu İspanyolca mı? Çok saçma bir diliniz var. Sanki yavru bir köpeğin havlaması gibi." Alay ederek konuşan subayın karşısında sırıtması kayboldu İspanyol kadının.
Kadın tüm yükünü yerdeki adamın ayağına vererek daha sert bastı.
"Demek şakayı seviyorsun." Kendini beğenmişliğinden taviz vermeyerek konuştu kadın. Genç subayın sırıtması genişledi. "Şaka yaptığımı da nerden çıkardın?" Şu anki durumu önemsemeden sormuştu bunu.
Kadın ayağıyla omzundan ittiği genç adamı yere yıktı. "Benimle laf yarıştıracak durumda değilsin!" Subayı uyararak konuşmuştu kadın. Daha sonra yavaş ve esnek bir hareketle eğilip künyesini kavradı.
"Bende çok şakacı biriyim ama önce bir bakalım ismin neymiş."Künyenin zincirini aniden asıldı, koparıp avcuna aldı ve yanındaki siyahi adamlara, "Işıkları açın!" diye kükredi. Küt diye bir ses geldi tavandaki koca projektörden. Işıklar bir bir yanmaya başladı, genç adamın gözleri bir an için acıdı, sonra kafasını kaldıp kadına baktı.
Sarı kırvırcık saçları omzuna kadar ve kabarıktı, mavi bir kot pantolon ve siyah bir deri ceket giymişti, ilk bakışta diğer iki adamdan daha yüksek rütbeli olduğu belli oluyordu.
Kadının bakışları künyedeyken, dudaklarından hafif iniltili bir gülümseme çıktı. "Yavuz Aksoy, İstanbul, B rh-. Demek İstanbuldan geldin?" diye sordu, aslında cevabı biliyordu.
"Ne istiyorsun?" diye sertçe çıkıştı subay.
"Kusura bakma seninle bir sorunum yok, ülkenle sorunum var. Kamerayı getirin!" Kadın kendini beğenmişçe emir vermeye devam ediyordu.
Biraz sonra kadın, siyahi adamın getirdiği kamerayı kurdu. Nijeryalı adama dönüp, "Ellerini bağlayın!" dedi.
Yavuz irkildi, hareket etmeye bile hali yoktu. Adamlar ellerini ve ayaklarını bağlarken direnmedi. Kamerayı ayarladıktan sonra cebinden gri bir bant çıkartıp bir karış kadarını dişiyle kesti. "Senden tek istediğim ağzın kapalıyken çırpınma!" diye bir emirde bulundu kadın.
Yavuz daha cevap vermeden ağzını bantladı ve adamlara kapıyı gösterdi. Adamlardan biri, birkaç dakika içinde iki hafif makinalı tüfek ile geldi. İkiside yüzlerini, gözlerinden itibaren kapattı. Kadın montunun fermuarını açıp iç cebinden dörde katlanmış bir kâğıt çıkarttı ve adama uzattı. Adamlardan biri elini tetiğe koyup arkasına geçti. Diğeride elindeki kağıdı açtı.
Kadının verdiği işaretle adam yüksek bir sesle kağıttaki yazıyı okumaya başladı. "Bu bildiriyi yüce 'Kızıl Göz' teşkilatı adına okuyorum. Nijerya'da düzenlenen eylem sonucu on Türk subayı ele geçirilmiştir. Eğer bir ay içinde Türkiye Cumhuriyeti envanterindeki bir: Atak taaruz helikopteri ve 5 milyon Euro parayı Lagos adasın kuzeyindeki soman kayalıklarına getirmez ise, Türk subayları yakılarak öldürülecek ve Türk silahlı kuvvetlerinin Nijerya karargahı ateşe verilecektir."
Genç subayın gözleri büyümüş, tüyleri diken diken olmuştu. Daha önce bölgede böyle bir örgüt olduğunu bilmiyordu. Genç adam düşüncelere dalmıştı. Herşeyi bulanık görüyor, hiçbir şeyi seçemiyordu. Kadın videoyu kapattı ve eğilerek genç subaya baktı.
"İyi oynadın dostum," diyerek sırıttı. Ardından ağzındaki bandı hızla çekip attı.
"Şimdi bu kaydı ülkene göndereceğiz genç adam, gücümüzü bütün dünya görecek." Sözlerinden sonra gülerek genç subayın gözlerine bakmaya devam etti.
Kadın odanın kapısına yöneldiğinde, diğer adamlar kamerayı toplamıştı. Kadın, genç subayın korkmuş bakışları içinde hücreyi terk etti.
Ertesi gün video gündeme bomba gibi düşmüş ve şok etkisi yaratmıştı, tüm kanallar konuyla ilgili Nijerya'dan canlı bağlantılar kurup bilgi alma çabasındaydı ancak kimse 'Kızıl Göz' teşkilatını tanımıyordu.
Uzmanlar görüntülerin sahte olup olmadığını karşılaştırıyor, kulislerde eksik bilgiler dolaşıyordu. Haberler Ankarayı ayağa kaldırdı. Türkiye devleti tarafından Nijerya ya bir yazı gönderildi, ancak Nijerya hükümeti olay hakkında bilgileri olmadığını ve araştıracaklarını bildirdi. Konuyu değerlendirmek için 20 kişilik bir heyet Ankara'da acil toplandı. Toplantı sonrasında istenen fidyenin ödenmesi bekleniyordu ancak Özel kuvvetler komutanı toplantıya farklı bir planla gelmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Lagos (Tamamlandı)
ActionNijerya' da 10 Türk subayı kaçırılıyor ve fidye isteniyor. Siz olsanız ne yapardınız? onlara fidye mi gönderirdiniz yoksa dünyanın en tehlikeli askeri birliğini mi? 'Lagos aksiyon türüne yeni bir soluk katmak için geliyor.