Bir Acıyı Dindirecek Tek Şey Başka Bir Acıdır #2

53 12 27
                                    

Kalbim tüm gücüyle göğsümden çıkmak için çabalarken artık bir kaçışımın olmayacağını kabullenmiştim. Prensip Robert yavaşça burnunu boynuma yaklaştırıp derin bir nefes almıştı.

"Bende seni bırakmak istiyorum fakat kokun beni engelliyor."

"Lütfen, bir vampirkeş olmak istemiyorum. Lütfen... Lütfen..." sesim iyice cılızlaşırken hala nasıl oluyorda ayakta durabiliyordum bilmiyorum. Hiç gücüm kalmamıştı.

"Sadece küçük bir ısırık." diye fısıldadı prens dişleriyle boynumu delmeden hafifçe ısırırken. O zaman beni ısırmakta onunda kararsız olduğunu fark etmiştim. "İz bile kalmayacak. Ben saf kanım." Konuşurken sıcak nefesi boynumu yalayıp geçiyordu ve onun kokusu belki de yaşarken alabileceğiniz en güzel kokuydu.

Köpek dişleri ile acele etmeden derimi delerken bunun gerçekten olup olmadığını kavrayamıyordum. Bu garip tatlı hissi kabul edemezdim. Gözyaşlarım acele etmeden yanaklarımı ıslatıyordu. Bütün bu birbirine zıt duyguları yaşamak ölümden beter olmalıydı.

Dudakları akan kanın etrafını sardı. Acele etmeden, bir insanın iyi bir yemeği tadarken olduğu gibi yavaşça kanımı emiyordu. Kollarımın ben farkına varmadan, onu sardığını fark ettiğimde bedenimin kontrolünün dahi bende olmadığını yeni fark etmiştim.

Suçluluk duyduğum bir yanım bu sıcacık anın tadını çıkarmamı söylese de gözlerimi kapatıp dişlerimi sıkmama mani olamamıştı.

Kısa bir süre, sonra prens nefeslenmek için dudakları boynumdan çektiğinde, gözlerimi açtım. Prens hiç beklemediğim bir şekilde boynumda deldiği yeri diliyle yaladı ve kendini ani bir hareketle benden uzaklaştırdı.

Onun gözlerine fark etmeden baktığımda, gözlerindeki şaşkınlık kendimi kötü hissetmeme sebep olmuştu. Hiç bir şey söylemeden, arkasını dönüp gidecekken tekrar bana dönüp bir şey söylemek için açılan ağzı ani bir kararsızlıkla geri kapandı. Bu kadar kararsızlık içinde olması, aklımda "İlk defa mı bir insandan kan içiyor?" gibi saçma sorulara oluşmasına sebep olmuştu. Bunun imkansız olduğunu ben bile biliyordum.

Sağ elimi boynuma götürürken, artık gücünü kullanmıyor olmalıydı ki onun gözlerine nefretle bakabiliyorum. Boynumun üzerinde iki hafif çukur oluşmuştu.

"Adın... Adın ne senin?" dedimişti sonunda Prens Robert. Sesi de tüm hareketleri gibi kararsız ve çekingen çıkmıştı.

Ona cevap vermeden, içimde yeni oluşmaya başlamış tüm kötü duygularla sadece onun gözlerine baktım. Beni ısırmıştı. Anneme ve Emile'e verdiğim sözleri tutamamıştım. En önemlisi çevremdeki bütün kötü yorumlara rağmen kendime güvenmiştim. Kendimi koruyabileceğimi sanmıştım. Kendime verdiğim bütün o sözleri tutamamıştım.

Prens Robert bir süre benden cevap bekledikten sonra umudunu kaybederek arkasını döndü ve yavaş adımlarla ormana doğru yürüdü. Baş parmağı ile omzunun üstünden beni gösterirken, yüzünü ve vücudunu bana döndürmeden "Seni bulacağım." diye seslendi. Bu kabusun daha bitmeyecek olması vücudumda bir şok etkisi yapmıştı.

Elimle ağzımı kapatıp aniden gelen kusma isteğini engelledim. Kafamın içinde bitmek bilmeyen bir çığlıklar korosu vardı. Okul duvarının dibine çökerken ellerimle kulaklarımı kapadım. Sadece ölmek istiyordum.

Yarım saat sonra geldiğim yolu bir ölü gibi geri dönüyordum. Gözlerimden akan yaşa engel olamıyordum. Yurda girerken bahçe kapısının önündeki bekçi hiçbir şey demeden sadece geçişimi izlemekle kalmıştı. Girişteki görevli kadın beni görünce gözleri kocaman açıldı.

"Tatlım, ne oldu?" dedi masasından kalkıp en hızlı şekilde yanıma ulaşırken. Gözlerimi dikip ona baktım. Boynumdaki yaraları görmüyor muydu?

"Şimdi konuşmak istemiyorum." dedim çatlamış sesimle ve üst kata çıkan merdivenlere yöneldim. Bir yandan da boynumdaki yaraları kontrol etmiştim. Gitmişlerdi. Prens Robert'in dediği gibi iz bile kalmamıştı.

"Belki de hiç yaşanmamış gibi yapabilirim." diye düşündüm.

"Tatlım, Amelia. Kendini kabuğuna saklama. Bana anlatırsan yardımcı olabilirim." Görevli kadın yine yapmacık sesiyle konuşmuştu. Bazen onun neden bu kadar yapmacık gözüktüğünü anlayabiliyorum. Ruhu robotlaşmıştı.

"Teşekkür ederim. Sadece uyuyacağım."

Hareket etmemek için isyan eden tombul bacaklarım beni yatağa kadar taşıyabilmişlerdi. Yol yürüdüğüm için bu kadar vahim bir duruma gelmediğimi biliyordum. Tüm bu yorgunluğun sebebi korku ve hayal kırıklığındandı.

Gözlerim hiç itiraz etmeden kapanmışlardı. Uykuya çekilmem ise saniyeler sürmüştü. Fakat rüyalar bitmek bilmiyordu. Gözlerim aniden açılırken hatırladığım tek şey bir vampiri boynumu parçalıyor olmasıydı. Yatağımdan hafifçe doğrulurken saatin kaç olduğunu anlamaya çalışıyordum. Hava karamamıştı.

En azından üstümdekileri çıkartmak için yatağımdan kalktığımda ani bir şekilde banyo yapma kararı aldım. Eşyalarımı hazırlayıp üstümdeki her şeyi çamaşır makinesine attım. Tamamen temizlenmek istiyordum.

Su her zamanki gibi kasılmış bedenimi rahatlatırken elim ben fark etmeden boynumda, Prens Robert'in ısırdığı yere gidiyordu. O zaman bir prens tarafından ısırıldığımı yeni öğrenmişim gibi içimde garip bir his oluştu. Her gün bıkmadan okulun önüne gelen vampirkeşlerin rüyalarını süsleyen bir şey olsa gerekti.

"Garip... " diye düşündüm. "Neden beni ısırmak zorundaydı ki?

Açlık çekiyor olamazdı. Sırf eğlencesine benim gibi ilgi çekmeyen birini ısırması da akıl alır bir şey değildi. Sadece kötü zamanda kötü yerde olamazdım değil mi?

Prensin yüzündeki şaşkınlık... Kokumda onları çeken bir şey mi vardı?

"Düşünmek istemiyorum." diye mırıldandım aniden suyu keserken.

"Sadece unut. Hiçbir şey yaşanmadı."

Asla Kanına İhanet EtmeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin