Bir Acıyı Dindirecek Tek Şey Başka Bir Acıdır

59 13 32
                                    

Okullar açılalı bir hafta olmuştu. Gariptir ki artık yerimi yadırgamaz olmuştum. Buraya bu hızla alışmış olmam benim bile tüylerimi diken diken ediyordu. Karen karşıma oturmuş, okulundaki bir kızla olan tartışmasını hararetli bir şekilde anlatırken, benim çoktan onun yüzüne bakarak başka düşüncelere dalmış olmam dahi bu alışmışlığın rahatsız edici bir noktasıydı.

"Amelia? Sen geç kalmadın mı?" dedi Karen onu dinlemediğimi fark edince.

"Ben senden sonra çıkıyorum." dedim ekmeğimden bir ısırdık daha aldıktan sonra.

"Sana dün akşam demiştim, bugün okula geç gideceğim. İlk derse giren hocamız rahatsızlanmış." Bir süre şaşkın bir şekilde onun yüzüne baktıktan sonra bunu dediğini hatırladım. Bazen o kadar çok konuşuyordu ki artık dinlediklerine kendimi veremiyordum.

Endişe ile saate bakarken ilk dersimin çoktan başladığını fark ettim. Hızla yerimden kalktığımdan sandalyem duvara çarpmıştı.

"Olamaz, geç kaldım. Çok geç kaldım." dedim Karen'e.

"Tabldotunu ben götürürüm sen git." dedi anlayışla. Ona teşekkür edecek kadar bile zamanım yoktu. Koşar adım yurttan çıktım. Hızlı adımlarla okul ile yurt arasındaki yolu yarıladığımda aklıma taksi çağırmak yeni geliyordu. 

Nefes nefese kalınca kendimi bir duvara yasladım. O kadar çok terlemiştim ki bu teri silmek için çantamdan bir peçete çıkartmak zorunda kalmıştım. Lanet olası kilolarım her türlü hayatımı zindan ediyordu. Emile'e bu yolu nefesi kesilmeden rahatlıkla koşabilirdi, oysaki ben bu iğrenç bedenle yolun yarısında tükenmiştim.

Su şişemdeki suyun yarısını da içtikten sonra yürümeye devam ettim. Şanslıysam ölmeden okula varacaktım. Sonunda okula görüş alanıma girdiğinde okulun önündeki vampirkeş kalabalığın uğultusu beni gerdi. Vampirlerin çıkış saatiydi. Bu uğultular ilk dersin yarısında dersliklerden dahi duyulabiliyordu. Vampirkeşlerin istikrarına hayrandım. Her biri vampirlerin okul saatleri boyunca onları görmek için şehrin hemen dışındaki okula geliyor ve çıkışa kadar bekliyorlardı.

Vampirler kalabalığı onlardan uzak tutan görevliler sayesinde rahatlıkla kalabalığı aşarken benim ön kapıdan geçmemin imkânsız olduğunu biliyordum. Görevlilerin beni, geçen sefer okula, bizim okulun üniformasını giyerek buradan biriymiş gibi davranmaya çalışan hayranlardan biri sanacakları aşikardı. Geçmeme izin verilmeyecekti. Yüksek okul duvarını da geçemezdim. En iyisi bir köşede bekleyip kalabalığın dağılması beklemekti. Vampirlerden ve vampirkeşlerden uzaklaşmak için insan binasının olduğu tarafa doğru yürüdüm ve ormanlık alanın başlangıcı olan köşeyi dönerek kalabalığın görüş alanından çıktım.

Dinlenmek için sırtımı duvara yaslarken bir taraftan da elimle yüzümü yelpazeliyordum. Bir anda okul bahçesinden gelen hışırtı sesleri ile korkarak arkamı döndüm. Bahçenin içinde vampirlere ait kırmızı üniforma ile dolaşan biri duvara doğru yaklaşıyordu. Başını yere eğmiş, ağaç dallarından kendini korumaya çalışıyordu. Aniden başını kaldırınca gözlerimiz buluştu. Şaşkınlıkla ne yapacağımı bilememiş, olduğum yerde donmuş kalmıştım. Karşımdaki warlock prenslerinden biriydi.

"Robert, ne yaptığını sanıyorsun diyorum." diye seslendi başka bir erkek sesi fakat gözlerimi Prens Robert'ten ayırıp biz doğru yaklaşan ikinci kişiye bakamamıştım.

"Sadece beni rahat bırak." demişti Prens Robert. Sesi cılız çıkmıştı ve gözlerini benden ayırmadan bana yaklaşmaya devam ediyordu. İçime dolan korkuyla yere yığılacak gibi hissediyordum. Diğer vampirde Prens Robert'in ardından bana yaklaşıyordu fakat bir türlü gözlerimi, içinde boğulmak isteyeceğiniz kadar güzel, siyah gözlerden ayırıp diğer kişiye bakamıyordum.

"Burada çok ilginç kokan bir insancık varmış." dedi diğeri. Gülümsediğini anlamam için yüzüne bakmama gerek kalmamıştı. Melodik çıkan sesi ile eğlendiği belliydi. Prens Robert demir parmaklıklara gelince bir süre bana şaşkın gözlerle baktı. Neden şaşkın olduğu konusunda bir fikrim yoktu ve bu beni daha çok korkutuyordu.

Aniden, çevik bir hareketle -benim asla çıkamayacağım- demir parmakların üstünden atlayarak benim otuz santim kadar ötemde durdu Prens Robert. Boğazımda garip bir düğüm oluşmuştu. Vücudum titriyor ve kanıma pompalanmış adrenalin seviyesine isyan ediyordu. Karnımdan yayılan sıcaklık duygusuna kendimi kaptırmak istiyordum. Bu sıcaklık vücuduma yayıldıkça, sanki her bir hücreme tek tek "Sorun yok." diyordu.

"Sorun yok. Mutlu olacaksın."

Ben parmaklıkların arasından bana uzanan eli daha fark edememişken, Prens Robert gözlerini benden ayırıp çoktan o kolu yakalamıştı. İşte o an sanki dipsiz bir denizde boğuluyormuşumda son anda kurtarılmışım gibi derin bir nefes almıştım. Nefesimi tuttuğumun bile farkında değildim. Gözlerimi hızla yere çevirirken vampir güçlerinin etkisi altına alındığımı yeni fark ediyordum. Gözleri ile beni hipnotize etmişti. Buradan hemen uzaklaşmam lazımdı.

"Ona dokunursan Mark, dokunduğun elini kırarım." dedi prens bana uzanmaya çalışan diğer vampire. O an içine düştüğüm durum beni daha da korkutmuştu. Karşımda bir vampir değil, iki tane vardı.

Düşünebildiğim tek şey buradan nasıl kaçabileceğimdi. Arkamı dönüp sadece okulun vampirkeşlerle dolu köşesine ulaşmak istiyordum. Burada vampirlerle tek başına olmaktansa bir vampirkeş kalabalığının arasında daha güvende olurdum. Düşündüğümü gerçekleştirmek arkamı dönmüşken biri kolumu yakalamıştı. Temas olan yüzeyde, karnımdan yayılan gibi rahatlatıcı bir sıcaklık oluşmuştu. Gözlerimi kapatarak kendime bu oyuna gelmemem için öğütler veriyordum. Gücümü toplamak için istemsizce dudağımı ısırıyordum.

"Sen... Bir yere gitme." dedi Prens Robert'in sesi. Fakat onun sesi ilk duyduğum ki gibi değildi. Daha davetkâr, kendinizi ona bırakmanızı istemenize sebep olacak kadar güzeldi. Donup kaldım. Onun bana yönelik her hareketi vücudumda bir felç etkisi yapıyordu. Onun bana yaklaşmasına izin vermek istiyordum fakat içimden bir ses "Bunu yapamazsın Amelia. Babanı ne çabuk unuttun." diyerek bana isyan ediyordu.

"Mark, artık peşimi bırak." Prensin sesindeki bütün nefretin diğer vampire olduğunu bilsemde, irkilmeme engel olamamıştım. 

"Gidiyorum efendim fakat yine kaçtığınızı bu sefer krala ben söyleyeceğim. Arkanızı toplamak başıma büyük bela açıyor." dedi diğeri de sinirle ve prensin ona cevap vermesini bile beklemeden buradan uzaklaştı. Prens Robert vücudumu ona doğru döndürmem için omzumu kendine doğru çekerken ağlamak istiyordum.

"Lütfen... Lütfen izin verin gideyim." dedim ağlamaklı sesimle. Bu durumun onu daha da mutlu etmesinden korkuyordum.

Vücudum tamamen ona döndüğünde, onun gözlerine bakmaktan kendimi zar zor alıkoyuyordum. Ağlamak istiyordum. Onun ayaklarına kapanıp yalvarmalı mıydım? Bir yandan kaçıp gitmek istiyordum fakat bir yanım koşulsuzca kendini ona teslim etmeye hazırdı. Beni bu duygu cenderesinden kurtarması için yalvarmalı mıydım?

Prens vücudumu bir kukla gibi yönlendirip, beni okul duvarına yasladıktan sonra üzerime doğru eğildi.

"Sen benim gitmeme izin verirsen, seve seve seni serbest bırakırım."

Kısa fakat heyecanlı bir bölüm oldu bence. Olaylar buradan sonra tüm  hızıyla devam edecek. Takipte kalın derim ;)

Asla Kanına İhanet EtmeHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin