Üstümde yukata, yüzümde Geisha makyajıyla Beşiktaş karakolundan içeri girdiğimde nefes nefeseydim. Üzerime odaklanan şaşkın yüzlere aldırmadan sağa sola bir bakış attım, ve koşturarak danışmadaki memura yaklaştım:
"Afedersiniz! Ben Koreli bir genci arıyorum, bu akşamüstü buraya getirmişler. İsmi Jung Ho Song!"
Memur beni şaşkınlıkla süzdükten sonra: "Yukarıda..." diye işaret etti. Teşekkür edip üst kata koşturdum.
Birkaç dakika sonra polislerden işin aslını öğrenmiştim: Jung Ho, genç bir kıza sarkıntılık etme suçundan buradaydı. Şaşkınlıktan öleyazdım: Bizim masum yüzlü Korelimize de bakın! Çocuğa sapık derken hiç de haksızlık etmiyormuşum...
Ama telefonda ağlamaklı olan sesini hatırlayınca bu işte bir bit yeniği olduğuna karar verdim. Polislere en ciddi ses tonumu takınıp:
"Bir yanlış anlaşılma olmuş olmalı... Kendisiyle görüşebilir miyim acaba?" dedim.
Polis beni şöyle bir süzdü, "Pekala... Zaten kıyafetinize bakılırsa o Japon'un dilinden ancak siz anlarsınız gibi görünüyor," deyip ayağa kalktı, beni nezarethaneye doğru yürütmeye başladı. Jung Ho'nun Japon değil Koreli olduğunu söylemeye şimdi hiç gerek yoktu, zaten yurdum polisi de "ha Japon ha Koreli" diyecekmiş gibi bakıyordu.
Nezarethaneye girip de Jung Ho'yu parmaklıkların arkasında görünce içim sızladı. İyice ufalmış, çocuklaşmıştı sanki. Sesimizi duyunca bitkince başını kaldırdı. Beni görünce gözleri parladı:
"Min... Gökçe!"
Ama sonra, yüzüne şaşkınlıkla tiksinti karışımı bir ifade geldi. Yüzümü ve kıyafetlerimi işaret etti: "O makyaj da ne?! Kimono mu o?? Onlar üzerinde ne arıyor? Sen Japonlardan nefret edersin!"
Derin derin içimi çektim. Artık kendini tutup bana Min Ah diye hitap etmiyordu ama benim Min Ah olduğuma inanmaktan vazgeçmemişti... Olabildiğince ciddi bir ifade takındım:
"Sen onu bunu bırak da burada ne arıyorsun onu söyle. Bak bu son derece ciddi bir durum!"
Bunun üzerine Jung Ho'nun yüzü ağlamaklı bir ifade aldı ve olanları anlattı: Beşiktaş çarşıda gezerken önünde yürüyen oğlanın teki, daha öndeki genç bir kızın poposuna elleyerek taciz etmişti. Kız arkasına dönmeden önce de hızla kalabalığa karışmış, kız hışımla döner dönmez Jung Ho'yu görmüş, bizim zavallı da derdini anlatamayınca kabak onun başına patlamıştı...
Gözlerimi devirdim: Karşımdaki çocuğun şu saf suratı olmasa hiç inandırıcı bir hikaye değildi ya, onun yavru köpek bakışlı gözlerini görünce insan kıyamıyordu... Polise döndüm:
"Evet, bir yanlış anlaşılma olmuş, bakın olay şöyle gelişmiş..." deyip durumu açıkladım. Polis kafasını kaşıdı:
"İyi de hanfendi, taciz edilen bayanın şikayeti var... Şüpheliyi böyle gelişigüzel serbest bırakamayız ki..."
"Lütfen! Bay Song'u ben iyi tanırım, kendisi kesinlikle böyle bir şey yapacak bir insan değildir, isterseniz şikayetçi bayanla konuşup özür de dileriz! Lütfen..." Boynumu büküp polise baktım. Adam kararsızdı, bir yandan çocuğu nezarette bütün gece tutup başına iş almak, diğer yandansa yarın amirlerinden fırça yeme ihtimali arasında kalmıştı herhalde. Ama sonunda pes etti: "Pekala... İsminizi, iletişim bilgilerinizi, bir de bu adama kefil olduğunuza dair bir dilekçe yazarsanız onu serbest bırakırım..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ay'a Bakmak İster misin?
ChickLitÜniversiteli bir genç kız olduğunuzu düşünün: Sıradan, sıkıcı bir hayatınız; çatlak bir en iyi arkadaşınız, ve okulun en popüler çocuklarından birine karşı platonik aşkınız var. Ve bu hayat uzaklardan, bambaşka bir ülkeden gelen bir çocuk yüzünden a...