Sabah üzerimde bir akşamdan kalmalık hissi ve feci bir baş ağrısıyla uyandım. Akşam akşam incecik yukatayla gezmek, gece yarıları vapur sefaları yapmak bana yaramamıştı...
Sonra birden, bir gün öncesinin anıları üşüştü zihnime.
İnleyerek ellerimi yüzüme kapattım: Tanrım, dün akşam önce Erdem'le, sonra Jung Ho'yla kırıştırmıştım! Bir güne bir yıllık flört hikayesi sığdırmıştım resmen! Neydi bu, yukatanın büyüsü mü...
Birden kaşlarım çatıldı. Başımın ağrısına aldırmadan doğrulup oturdum yatakta.
Dün gece Jung Ho'yu yakışıklı bulmuştum, değil mi? O dakikalar rüya değildi, öyle değil mi? Hem de çocuğu karakollardan toplamışken, tacizciliği bir defa daha kanıtlanmışken... Ve Erdem bana bunca zamandır ilk defa ilgi göstermişken??
Manyak mıydım neydim? Jung Ho'nun aklımdaki son erkek olması gereken bir zamanda onu çekici bulmuş olmak da neyin nesiydi?!
Dizlerimi çekip oturdum, ciddiyetle düşünmeye başladım: Tamam Gökçe, şimdi sakin ol ve kafandaki bütün saçma düşünceleri yavaşça yere bırak. Jung Ho'yu yakışıklı bulmuş olamazsın. Dünya tersine dönse, kıyamet kopsa, yeryüzünde kalan tek erkek o olsa bile olmaz o iş.
Derin derin nefes aldım: Evet, bu tam bir saçmalık. Allah'ın sapığına karşı bir çekim hissetmiş olmam, gecenin ve ayışığının bünyedeki garip etkisi yüzünden olmalı. Ya da anlattığı o tuhaf hikâyenin... Tabi ya, her şey o hikaye yüzünden oldu. Yok aşıklarmış, yok Kızkulesi'ymiş, Galata Kulesi'ymiş... Kesin başka bir yerden duydu da bizim iki gariban kuleye uyarladı bu öyküyü. Evet evet, kesin... Yoksa nerde o oğlanda böyle yaratıcılık? Ben de o yaratıcılıktan etkilendim. Jung Ho'ya ait olmayan hayal gücünden.
Ya da belki kebap üstü künefe dokundu...
Birden saçlarımı hırsla karıştırıp yataktan atladım: Ayyy, ne bileyim be! Yeter artık düşünmeyeceğim! Bir gecelik sarhoşluktu, geçti gitti. Kızım, asıl dün gece Erdem sana ilk defa yakın davrandı, ona odaklansana!
Gerçekten de Erdem'i ve beni arabayla eve bırakma teklifini hatırlamak bir kez daha kalbimin hızlı hızlı atmasına neden olmuştu. Odadaki boy aynasının önüne geçip çapaklı gözlerime, cadı gibi saçlarıma bakarak sırıttım: Erdem dün kesin beni beğendi! Kes-sin! Ay, acaba her gün yukata giyip mi gezsem naapsam...
Tam o sırada kapı zili çaldı. Şaşkınlıkla düşüncelerimden sıyrılıp odamdan çıktım, evin kapısına doğru seğirttim.
"Günaydın! Sana kahvaltı hazırladım!"
Kapıyı açmamla otuz iki dişini birden göstererek sırıtan Jung Ho'yu görmem bir oldu. Anında yüzüm seğirmeye başladı: Şimdi Erdem'i düşünürken karşı komşumun Jung Ho olduğunu hatırlamam pek hoş olmamıştı... Ayrıca dün gece bu sırıtık oğlanın nesini yakışıklı bulduğumu şu anda hiiiç ama hiç anlayamıyordum. Evet, kesin rüzgar çarptı beni, kesin...
Jung Ho ise her şeyden habersiz şirin şirin sırıtmaya devam ediyordu. Bende bir hareket olmadığını görünce:
"E hadi ama, gelmiyor musun?" dedi sabırsızlıkla. "Saat sekizden beri ayaktayım, bütün sabahım yemek hazırlamakla geçti... Geçen gün Kadıköy çarşıda gezerken bulduğum bütün malzemeleri kullandım. Çok seveceksin..."
Gerçekten de evinden çok güzel kokular geliyordu. Aynı anda midemin gurultusunu duydum ve buzdolabımda iki aydır duran zavallı bir limondan başka bir şey olmadığı geldi aklıma. Omuz silktim:
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ay'a Bakmak İster misin?
ChickLitÜniversiteli bir genç kız olduğunuzu düşünün: Sıradan, sıkıcı bir hayatınız; çatlak bir en iyi arkadaşınız, ve okulun en popüler çocuklarından birine karşı platonik aşkınız var. Ve bu hayat uzaklardan, bambaşka bir ülkeden gelen bir çocuk yüzünden a...