Zihninde gezinen gölgelerden kaçmaya çalışıyordu Min Yoongi; lâkin güneşe doğru attığı her adımda büyüyen gölgeleri dolanıyordu ayak bileklerine, kendini anılarını örtüleyen karların üzerine düşerken buluyordu defalarca.
Geçmişin üzerinde yürüyor, geçmişin üzerinde diz çöküyordu; oysa güneş tepedeydi hâlâ, ne vakit eriyecekti karlar? Ne vakit hatırlanacaktı unutulmuş anılar?
Gerçekte hiç gitmediği, lâkin rüyalarındaki tek sırdaşı olan Petersburg İstasyonu'ndaydı yine; oysa unutulmuş birçok hatıraları olan insanlar rüya ile onları karıştırırdı, Min Yoongi de düştü bu hataya, erimiş karların altından çıkan hatırasını rüya sanmayı tercih etti. Belki bunun 'yaşanmış' olamayacak kadar güzel, sadece rüyalara yakışacak kadar güzel olduğunu düşündüğündendi yanılgısı.
Belki de sadece, Park Jimin'i yalnızca rüyalarında mutlu edebileceğini düşündüğündendi; zira Park Jimin bir mutluluk bıraksa avuçlarına bilmezdi Min Yoongi taşımayı, parmaklarından kayar da düşürürdü ayak uçlarına, gölgeleri ağlardı O'nun yerine.
Kaşlarını çattığını hissetti, birinin saçlarını yavaşça okşadığını da; uyanmamayı seçti yine de, günlerdir yarım yamalak gördüğü bu rüyanın sonunu görmek istedi artık, peşinde dolanan gölgelerin bıraktığı fısıltı şeklindeki gürültülerin susmasını istedi. Saçlarında dolaşan nazik parmaklar kalbine dokundu, bileklerinden öptü, Min Yoongi gülümseyerek Park Jimin'e baktığını gördü rüyasında.
Petersburg İstasyonu'ndaydı Min Yoongi, kollarının arasında karların bile soğutamadığı, sıcacık sevdiği adam vardı; avuçlarında taşımayı bilmediğini sandığı mutluluk, dudaklarında sevgi kokan notalar vardı ve Min Yoongi, aşıktı o istasyonda.
"Senin kollarındayken her an'ım, en mutlusu," diye fısıldadığını hissetti sevgi kokulu notaların, sıcacık sevdiği adamın saçlarına doğru; lâkin farkındalığını yitirmişti Min Yoongi o vakit, trene adım attığı an mutluluğunun üzerine karlar yağacağını unutmuştu çoktan, en mutlu olmanın verdiği sarhoşluk hissi hoşuna gitmişti zira.
Park Jimin'i son görüşünü hatırlamış, son görüşünü yaşamıştı rüyasında Min Yoongi; Petersburg İstasyonu'ndaydı, aşıktı, ve bir avuç dolusu da mutlu.
Kirpikleri unutulmuş bir anıyı üzerlerinden silkeleyerek aralandı, henüz uyku mahmurluğunu taşıyan bakışları ilk olarak yüzüne hafifçe eğilmiş, gülümseyerek kendisine bakan dudaklarla buluştu; henüz daha kendinde bile değildi yahu, uyanır uyanmaz kendisini karşılayan görüntü feleğini sarsmıştı da şaşırmıştı yollarını Min Yoongi. Kendisine hafif bir hüzünle tozlanmış tebessümüyle bakan gülümsemede takılı kaldı, aşamadı, o hüzün tozlarını parmaklarıyla silme isteğini bastıramadı bir türlü. İç çekmekle yetinebildi, dokunamasa bile kokusunu ruhunda ağırlayabilirdi belki ve öyle de oldu; etraf buram buram taze çiçek kokuyordu şimdi.
"Günaydın," diye fısıldadı kendisine Park Jimin, bakışlarını dudaklarından gözlerine yönelttiğinde uyandığından beridir hissetmediği dokunuşlar hissetti çillerinde Min Yoongi; o kadar nazikti ki parmaklar, sanki bir çiçeğin yaprağına dokunup notalar asmak gibiydi. Neden ilk başta hissedemediğini anladı zira Min Yoongi, daha önce kimse O'na böyle dokunmamış, ruhuna şarkılar asmamıştı.
Merak etti; Park Jimin'i en son kaç ay, belki de kaç yıl önce gördüğünü, Park Jimin'in geçen sürede kendisini özleyip özlemediğini, hâlâ sevip sevmediğini merak etti ve özellikle son soruya verilecek cevaplar o kadar ağırdı ki nefesi tekledi, kendi hislerinden emin olamasa bile bildiği bir şey vardı ki, o da Park Jimin'in kendisi dışında birini sevecek olma ihtimalinin kendisini öldüreceğiydi.
"Günaydın," diye fısıldamakla yetinebildi sadece, zira gölgeler artık boğazına da dolanmış, güçsüz düşmüştü Min Yoongi. Uzandığı Park Jimin'in bacaklarından yavaşça doğruldu ve gerindi hafifçe, en küçükleri Jungkook karşılarındaki koltuğa boydan boya uzanmış, saçları dağınıkça alnına dökülürken ağzı hafif aralık şekilde yatıyordu. Üzerine Jimin'in mavi hırkası örtülmüştü, bakışlarını çekip parmaklarına yöneltti Min Yoongi.
Dışarıda yükselmiş sıcak güneşe rağmen soğuktu içi, üzüntü kalbini tutuşturmuş da yavaşça donduruyordu onu, baş edemedi Min Yoongi. Park Jimin'in kendisini artık sevmeyişine üzüldü belki de; zira kendisi O'nunlayken en mutluluğa ulaşmıştı ama yetememişti kendisi Park Jimin'i mutlu etmeye. Avuçladığı mutluluk kaydı parmaklarından, gölgeleri ağladı.
"Yoongi," diye mırıldandı Jimin, sesi endişeden titremişti hafifçe. "Sorun ne?"
Yoongi O'na doğru döndü, şimdi beraber oturdukları koltukta birbirlerine bakıyorlardı; elleri yan yana dursa da soğuktu Min Yoongi'ninkiler, tıpkı kalbi gibi. Baş parmağıyla Jimin'in küçük elinin üzerini okşamaya başladı, parmaklarının ısınmasına izin verdi.
"Ben..." diye konuşmaya çalıştı lâkin çatallaşmış sesi boğazında acı yaralar bıraktı, yüzünü hafifçe buruşturup boğazını temizledi yavaşça. "Üzgünüm," diye mırıldandı hafifçe.
Jimin şaşkınlığın getirisiyle elini çekti ve Yoongi'nin yanağına yasladı, baş parmağı küçük çillerde dolaşırken sordu. "Neden üzgünsün ki şimdi hyung?"
Oysa Min Yoongi'nin kapattığı kirpiklerinden dökülen bir kırgınlık vardı, çillerinin üzerine düşüp ıslatıyordu onları. Jimin topladı onlar tek tek, daha sonra ruhuna atmak üzere avuçlarında sakladı. "Ağlama hyung, lütfen. Bana ne olduğunu anlat hadi."
"Jimin," diye fısıldadı Min Yoongi, Jimin'in yüreği sızladı ses tonundaki hüzünden dolayı. "Beni sevmiyor musun artık? Seni mutlu edemiyor muydum önceden? Seni nasıl sevdiğimi hatırladım, kalbime nasıl bir mutluluk bıraktığını hatırladım da, bu hisse bağlanmaktan öteye gidemedim. Oysa tekrar bağlanırsam tekrar unutacağım, kolların beni en mutlu eden yer, unuttun mu? Ama seni mutlu edemiyorsa, benimkinin ne anlamı var? O yüzden n'olur bırakma avuçlarıma mutluluğu, gölgelerim ağlar da, ben yine de seni hatırlayamam."
Park Jimin donmuştu bu sözler üzerine, kelimelerin ağırlığı un ufak etmişti ruhunu, nefes alsa dağılacak ve toparlanamayacaktı sanki bir daha. Parmakları kaydı Min Yoongi'nin çilleri üzerinden, sevmedi Min Yoongi bu yokluk hissini, lâkin fazla hissetmesine gerek kalmadan bir çift kol sıkıca sarmaladı O'nu tam ruhundan; karşı koyamadı.
"Korkuyordum ben," diye fısıldadığını hissetti Park Jimin'in, saçlarına doğru. "Seni unutmaktan korkuyordum; unutulsam da sorun değildi benim için, lâkin seni unutacak olmak ölüme eş değerdi ya, o yüzden bıraktım avuçlarına tüm mutluluğu. Bencillik ettim, çok özür dilerim, bencillik ettim." Saçlarına kesik kesik öpücükler bırakırken, kesik kesik özürlerini sıraladı Park Jimin; Min Yoongi'nin çiçekler asılı ruhunun çiçeklerini öptü.
Ne kadar süre öyle birbirlerine sıkıca sarılı kaldılar bilinmezdi; belki Park Jimin'in özürleri tükenene dek, belki de Min Yoongi'nin öpülecek çiçekleri kalmayıncaya dek. Ayrıldıklarında ikisi de iyileşmiş gibiydi, Min Yoongi'nin ayaklarına dolanmış gölgeleri daha aydınlık parlayan güneşe rağmen çekiliyordu yavaşça; ayağa kalkabildiğini hissetti, güneşin önünde kendisine gülümseyerek bakan sıcacık adamın elinden tuttuğunu hissetti.
Kış yavaşça çekilip güneşe bırakırken yerini, mutluluğun silikleşmiş izleri vardı avuçlarında, daha fazlası için yürüdüler beraber. Zira unutulsalar da, önemli değildi o vakit.
-
merabalar efenim, nasılsınız? hiç not koymadığımı fark ettim lâkin ne yazacağımı bilmiyorum buraya yav, beğeniyor musunuz ilerleyişi diye sormak istiyorum sadece. beğenmediğiniz veyahut anlamadığınız kısımları sormaktan çekinmeyin lütfen, gerek panom, gerek yorumlarım, gerekse mesaj kutum yedi yirmi dört açıktır ♡
bir de çok teşekkür ederim destekleriniz için, gerçekten, cevap verirken mutluluktan ağladığım bir sürü yorumla karşılaştım ve ne desem minnetimi gösterebilirim bilmiyorum. gözlerinizden öperim sonbaharlarım, kendinize iyi bakın 🍂
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tokyo-petersburg treni, yoonmin
FanfictionKendimi gerçekte var olmayan bir trenin içinde bulduğumda, saat altıyı beş geçiyordu. 17/02/2017 ~ 26/04/2017