Bazen düşünür ve merak ederdi Min Yoongi; Jimin'in gözünde dünyanın, kendisinin nasıl bir yeri olduğunu merak eder, Jimin'in kendisine bakınca neler gördüğünü öğrenmek isterdi.
Kendi ruhuna baktığında gördüğü şeyler karanlık gölgeler, gri bulutlar iken, Jimin'in hangi renkleri kendisine adadığını merak ederdi; hangi sevdiği renkleri görmüştü de Jimin, aşkı bulabilmişti Min Yoongi'nin gölgeleri altında?
Başını iki yana sallayarak kendine gelirdi sonra Min Yoongi, ürpertirdi bu düşünceler kendisini; zira Jimin ruhundaki gölgeler arasında oturup sahip çıkacaksa aşkına, gölgelerin ne kadar karanlık olduğu önemli değildi Min Yoongi için. Gerekirse bütün ışıklardan vazgeçer de karanlığa gömerdi ruhunu, yine de vazgeçmezdi Park Jimin'e adamayı karanlıklarını. Park Jimin yeterdi aydın gülümsemeler için.
"Hyung, ben cidden iyiyim. Bak," Ayağa kalkıp yerinde zıplamaya başladı Jimin. "Turp gibiyim hem de, ilaçlara ne gerek var yahu? Bırak sen şimdi onları, yorgunsundur, hem saçların da ıslak. Asıl sen hasta olacaksın."
Yüzüncü defa bıkkınlıkla nefes veren Min Yoongi, kompartıman ortasında zıplayıp duran küçüğünü bileğinden kavrayıp oturttu bacakları üzerine; Jimin için oldukça ani olan bu hareket gözlerinin şokla genişlemesine neden olmuştu. Dudaklarını birbirine bastırarak gülme isteğini geri yolladı Min Yoongi, hafif bir sırıtış dudağının kenarına asıldı, ona da engel olmadı. "O ilaçlar içilecek Jimin, yoksa sen içene kadar indirmem seni kucağımdan."
Kıkırdadığı için gözleri kısılan, beyaz dişleri öne çıkan Park Jimin yüzünü Min Yoongi'nin göğsüne gömdü, kollarını beline doladı. Yaptığı bu saf sevgi dolu hareketin Min Yoongi'nin kalbinde nasıl bir etki bıraktığını bilse, aynı Min Yoongi gibi teklerdi nefesleri, karşılıklı nasıl da güzel severlerdi birbirlerini. "Ama hyung," dedi eğlendiği belli olan, boğuk bir sesle. "Bu ceza değil ki yahu, ne güzel işte, doya doya sarılmış olurum sana. Hem hasta değilim ben diyorum hyung, neden ısrar ediyorsun?"
Yüzünü gömdüğü göğse iyice sokuldu Jimin, Min Yoongi ise içinde büyük bir savaş veriyordu Park Jimin'i sımsıkı sarıp kalbindeki kutuya saklamamak için. Lâkin üstünlüğünü koruması gerekiyordu, Jimin fark etmese bile hafif ateşi vardı, korkuyordu Min Yoongi küçük bedenin hasta olmasından. Kendi ıslak saçları o an için önemli değildi. "O zaman içene kadar bir daha sana sarılmayacağım," dedi Jimin'i omuzlarından itip kendinden uzaklaştırmaya çalışırken. "Ateşin çıkacak gibi Jimin, sadece küçük bir hap. Neden bu kadar ısrar ettin anlamıyorum. Hem içersen saçlarımı kurutmana izin vereceğim, anlaştık mı?"
Birkaç saniye kararsızlıkla Min Yoongi'nin gözlerine bakan Jimin, "Peki o zaman..." diye mırıldanıp Min Yoongi'nin bacaklarından indi, kompartımanın ortasındaki küçük masanın üzerinden suyu ve beyaz hapı aldı. Gözlerini sıkıca kapatıp hızla ağzına attı hapı, suyunu da üç büyük yudumda bitirdikten sonra bardağını masaya koydu.
"Bak, içtim ben hapımı. Şimdi sarılıp saçlarını kurulayabilir miyim?" diye sordu, öyle yumuşak ve masum çıkıyordu ki sesi kırıkları sızladı Min Yoongi'nin.
"Evet," diyebildi sadece. "Ama bu sefer ben sarılacağım, sen kurula saçlarımı." Kocaman bir gülümseme ile başını salladı Jimin, ardından havlu bulmak üzere kompartımandan çıktı.
Min Yoongi gidişini izledi birkaç saniye, dudaklarından taşan gülümsemesi gözlerine vurmuştu; ne zaman böyle içten ve sevgi dolu gülümsediğini sorsalar söyleyemezdi de, karlar altında kalmış anılarından birine ait olmalıydı. Lâkin hatırlayacaktı Min Yoongi, biliyordu, hatırlayamasa bile onları aratmayacak yeni anılar çizecekti karların üzerine.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tokyo-petersburg treni, yoonmin
FanfictionKendimi gerçekte var olmayan bir trenin içinde bulduğumda, saat altıyı beş geçiyordu. 17/02/2017 ~ 26/04/2017