Min Yoongi çok güzel hisseder, çok güzel hissettirirdi; parmak uçlarına sarılı duygularla Park Jimin'in saçlarını nazikçe okşayışı, en büyük kanıtıydı bunun.
Ne de güzel bir histi bu, Park Jimin'in kelimelere ihtiyaç duymadan ruhuna rahatlıkla dokunabilmesi nasıl da tarifsiz güzeldi; Min Yoongi defalarca minnettar kalır yine de çekemezdi parmaklarını yumuşak pembe tutamlardan. Çekse parmak uçları üzülür, sakladığı duygular kayardı tek tek boşluğa; oysa Min Yoongi, duygularının en güzel Park Jimin'in saçlarına yakıştığını inanır, nice hissin kalbinden kaymasına izin verirdi pembe tutamlara doğru.
Hissederdi Min Yoongi, parmaklarına doladığı zaman pembe tutamları, çok güzel hissederdi; kendi hisleri birer yıldızdı sanki, Park Jimin'in saçlarına dizerdi her birini tek tek. Gökyüzüler kıskanırdı O'nların güzelliğini, Min Yoongi bir buse kondurmadan ayrılmazdı pembe tutamlardan.
Yine her tutamı kırmaktan korkarcasına okşadığı, avuçlarındaki bütün yıldızlarını tereddütsüzce Park Jimin'e adadığı bir vakit, kollarındaki sevdiği adamın gülümsediğini hissetti; işte o an bıraktı bir buse saçlarına. Park Jimin'in tutuşu sıkılaştı, ardından bir şeyler söylemek adına derince soluklandı Min Yoongi'nin kokusunu; dudakları kadar kelimeleri de Min Yoongi gibi koksun istiyordu.
"Hissediyorum," dedi kısık bir sesle Park Jimin; belki saçlarındaki yıldızları, belki terk edilmiş limandaki rüzgarları, belki de yalnızca Min Yoongi'nin ilkbaharlarını hissediyordu, bilemedi. "Bu sefer farklı olacak, biliyorum."
"Hm," diye mırıldandı Min Yoongi, içten içe korksa da cevaplardan, dudaklarını titreten soruyu sormadan edemedi. "Farklı olacak şey nedir, Jimin'im?"
Kıkırdadı hafifçe Park Jimin, Min Yoongi ne zaman kendisine böyle seslense tarifsiz bir mutlulukla doluyordu kalbi, baş edemiyordu bu boğucu hisle. Omuzlarını silkti, dudaklarını büzdü hafifçe; Min Yoongi'nin teniyle temas eden dudakları huylandırdı Min Yoongi'yi. "Bir şeyler işte," dedi kısık çıkan sesiyle, ardından gözlerini kapattı; Min Yoongi görmüyor sanıyordu kendisini lâkin tenini okşayan kirpiklerden anlamıştı Min Yoongi, gözlerini yumduğunu.
"Bir şeyler farklı olacak, sen farklı gülümseyeceksin bu sefer hyung, avucum altında atan kalbin farklı hisleri örtünecek; ve ilk defa birbirimize baktığımızda, farklı şeyler göreceğiz. Bunu biliyorum hyung, hissediyorum."
Min Yoongi şaşkınlıkla kaldırdığı kaşları eşliğinde Park Jimin'i uzaklaştırdı kendinden, yüzü hizasında kaldırdı Park Jimin'in başını. Boynuna tarifsiz bir soğukluk esti Park Jimin'in nefesleri olmadan, ürpermesine engel olamadı. "Ne zaman olacak bu?" diye sordu Park Jimin'in yanağına düşmüş bir kirpik tanesini alırken, Jimin gözlerini huzurla kapatırken hafifçe gülümsedi.
"Trenden indiğimizde," diye mırıldandı, ardından kapalı gözleri üzerindeki kaşları çatıldı hafifçe. "Beni bu sefer bırakmazsın, değil mi hyung?"
Derin bir iç çekti Min Yoongi, bunun teminatını veremezdi ki, şuan bile kalbine ağır geliyordu hissettiği mutluluk. Bunu düşünmek istemiyordu zira düşündükçe bir ağırlık çöküyordu gözlerine, dudaklarına; gülümsemeleri soluyor, kirpikleri ıslanıyordu hafifçe. Min Yoongi bilmiyordu ama mutluluğu bulmuşken düşürmek istemiyordu avuçlarından, soğuk karların anılarının üzerini kaplayıp kendisini üşütmesini istemiyordu, kalbine sakladığı Park Jimin'in tebessümlerinin tozlanmasını istemiyordu. İstemiyordu işte, ama elinden ne gelirdi yahu, mutluluk bir saniyeydi ve onu yaşayıp yaşamamak bizim elimizde değildi ki, eninde sonunda geçecekti o saniye üzerimizden.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tokyo-petersburg treni, yoonmin
FanficKendimi gerçekte var olmayan bir trenin içinde bulduğumda, saat altıyı beş geçiyordu. 17/02/2017 ~ 26/04/2017