Tokyo'da yine karlı bir günde, insanlar günün yorgunluğunun çöktüğü ikindi vakitlerinde sakince ilerlerken, bu sakinliğe uymayan tek bir kişi vardı o gün.
Muhtemelen kaçıracaktı treni, sesli bir küfür savurdu, daha hızlı yürümeye başladı zira yerler kaygandı, koşarak düşüp kendini rezil etmek istemiyordu Min Yoongi. Saatin tam altıya geldiğini belli eden trenin düdüğü duyulduğunda hayal kırıklığıyla duraklamak zorunda kaldı istasyonun ortasında, birkaç saniye daha erken gelseydi yetişebileceği tren, istasyonu titreterek yol almaya başlamıştı bile ve şimdi yirmi dakika daha beklemesi gerekiyordu diğer tren için; lâkin Min Yoongi beklemekten nefret eden bir adamdı, her daim de nefret edecekti.
Sinirle verdi hızlı hızlı aldığı nefesleri, yirmi dakikalık sürede sıcak bekleme salonunda oturup otomattan kahve almayı planlamıştı aklında, lâkin duyduğu ince yumuşak bir gülüş tüm düşüncelerini kovalayıp zihninin merkezine oturuverdi, başını çevirdi sese doğru.
Dünkü kaçık ama sevimli çocuk kendisine bakıp büyükçe gülümsüyor, aynı zamanda üzerindeki dünkü kıyafetleriyle sırtını duvara yaslamış, karların üzerinde oturuyordu. Bakışların kendisine döndüğünü gördüğünde daha da büyüdü gülümsemesi, öyle ki gözleri kaybolup küçük bir hilal şeklini aldı, ama bir hilalden daha parlak olduğuna kanaat getirdi onların Min Yoongi; lâkin sinirliydi ve bu görüntüye yumuşamaya niyeti yoktu.
"Ne o, çok mu komik?" dedi sitem edercesine, sıkıca doladığı atkısı sesinin çoğunu yutup boğuk bir gürültü çıkarmıştı ortaya, önemsemedi. Çocuk başını aşağı ve yukarı doğru salladı, ardından ellerini yere koyup hızla ayaklandı, ellerini çırptı soğuk yüzünden yüzünü buruştururken. Kendisine doğru yaklaşıp yüzüne doğru yükseldi çocuk, lâkin kendisinden uzun olduğu için parmak uçlarında yükselmek zorunda kalmıştı, parmağında duran bir kar tanesini Min Yoongi'nin kızarık burnunun üzerine bıraktı gülümsemesi dudaklarındaki hakimiyetini korurken.
"Şuna bak, aynı penguene benziyorsun," diye konuştu çocuk eğlendiği açıkça belli olan bir ses tonuyla. Kaşlarını çattı Min Yoongi, lâkin bilmiyordu ki sinirli hâli karşısındaki çocuğu daha da keyiflendiriyordu. Üzerindekilere şöyle bir baktı; şişme kabanı kendisini on kat daha şişman gösteriyordu, bembeyaz cildi muhtemelen soğuk yüzünden çoktan kızarmıştı ve aralarında lacivert tutamlar bulunan siyah saçları dağılmıştı iyice, yuvarlak gözlükleri burnunun ucuna kadar düşmüştü. Ağzından bir 'hah!' nidası kaçarken kaşları mümkünmüş gibi daha da çatıldı.
"Sensin bir kere penguen! Hem senin boyun daha kısa, benden anca kutup ayısı olur." Sonlara doğru bozulan ciddiyeti dudaklarından bir kıkırtı olarak düştü ortama, çattığı kaşları düzeliverdi ve kendisini yanındaki sevimli çocukla beraber kahkahalarla gülerken buldu bir anda. Bunu nasıl başardığını anlamıyordu bir türlü ama yanındaki çocuk günün bütün negatifliğini alıvermişti üzerinden, kahkahası anlamlı bir tebessüme yer bırakıverdi.
"Bir şey soracağım," dedi çocuk topukları üzerinde alçalıp inerken, bir anda ciddileşmişti yüzü, kaşlarını kaldırarak sorusunu bekledi Min Yoongi. "Penguenler uçuyor mudur ki? Ben penguensem uçan bir penguen olmak istiyorum."
Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırdı Min Yoongi, bu çocuğun sevimli halleri O'nu mutlu ediyordu. O da düşünürmüş gibi yapıp gözlerini kıstı ve ardından cevap verdi. "Neden olmasın? Penguenlerin de kanatları var sonuçta."
Çocuk bu yanıttan memnun kalmamış gibi yüzünü buruşturdu, yüzünü dramatik bir hale sokarak Yoongi'ye bakmaya başladı. "Ama Namjoon hyung demişti ki imkânsız şeyleri istemek onları daha da imkânsız kılarmış, o yüzden bana penguen deme, tamam mı?"
Min Yoongi dudaklarında güzel bir gülümsemenin açmasına engel olamadı, yanında kendisine kocaman gözlerle bakan sevimli çocuğun kıpkırmızı burnunu baş ve orta parmağı arasında sıkıştırırken konuştu. "Namjoon hyungun şaka yapmış, imkânsızı istemek cesur olmayı gerektirir olacak onun doğrusu, sen cesur değil misin yoksa küçük?"
Çocuk burnunu parmaklardan kurtarıp kendini birkaç adım geri attı, ardında çenesini dikleştirerek konuştu. "Tabiki de cesurum, koskoca Park Jimin'im ben, bütün Petersburg korkar benden."
"Ya?" diye gülerek sordu Min Yoongi. "Demek Park Jimin'sin sen. Söylese uçabilen tek cesur penguen Park Jimin, şu senin trenin ne zaman gelecek?"
Jimin gözlerini kocaman açarak aklına yeni gelmiş gibi hızla kolonların yanına doğru ilerledi, aynı zamanda kendi kendine söylenmeyi ihmal etmiyordu. "Bak gördün mü? Seninle konuşmaya dalınca az kalsın treni kaçıracaktım! Hep senin yüzünden hep hep." Ardından bakışları kolonlar üzerindeki büyük yuvarlak saate gitti, henüz bir dakikası olduğunu gören Jimin derin bir nefes verdi rahatlamayla. "Neyse ki bir dakikam varmış daha." Ardından kendisini takip edip yanına gelmiş Yoongi'ye dönüp samimice gülümsedi.
"Artık veda vakti geldi, büyük ihtimalle trene bindiğim an unutacaksın beni ve tüm konuşmalarımızı, o yüzden beni unutsan bile kendine iyi bak." Ardından kollarını sıkıca şişme montun etrafından doladı, lâkin Min Yoongi kendisine sarılan kolları montunda değil, tam ruhunda hissetmişti. Şaşkınlıkla kalakaldı birkaç saniye, ardından oldukça hoşuna giden bu hissi sahiplenmek istercesine doladı kendi kollarını da Jimin'e.
"Kolların sıcacıkmış," diye fısıldadı duymasından korkarak, lâkin zihnindeki düşünceler bu sıcacık kolların getirdiği tanıdıklık hissiyle dehşete düşmüştü, Park Jimin isminin kalbinde bıraktığı tanıdık çarpıntılar anılarının üzerindeki karları eritiyordu yavaş yavaş; ama yeterli değildi, bir türlü anlam yükleyemedi Min Yoongi bu hislere. Lokomotiften yükselen tiz düdük sesiyle ayrıldı Park Jimin kendisinden, gülümsedi hafifçe.
"Sanırım trenin geldi?" diye sordu Min Yoongi neşeli tutmaya çalıştığı sesiyle, lâkin dediklerine karşı aldığı cevap Park Jimin'in dehşet dolu bakışlarıydı.
"Ne?" diye sordu Jimin heyecanla. "Sen de mi görüyorsun treni? Tanrım, nasıl?" Jimin heyecanla yerinde hafifçe zıplamaya başlamışken Yoongi anlamazca O'na baktı bir müddet, bakışları yavaşça duran trene yönelmişken ikisi dışında istasyondaki kimselerin yanaşan trenle ilgilenmediğini fark etmesi gözlerinin şaşkınlıkla büyümesine sebep oldu.
"Neden... Kimse treni görmüyormuş gibi bakıyor?" diye sordu bakışları etrafta gezinirken. Jimin Yoongi'nin elini sıkıca kavradı, kendisi ardında Yoongi'yi de sürükleyerek trene çekerken heyecanla O'na doğru döndü.
"Çünkü görmüyorlar da ondan! Seni tebrik ederim Min Yoongi, mutluluğu gerçekten hak edenlerin binebildiği trene bir bilet kazandın."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tokyo-petersburg treni, yoonmin
FanfictionKendimi gerçekte var olmayan bir trenin içinde bulduğumda, saat altıyı beş geçiyordu. 17/02/2017 ~ 26/04/2017