Anılarının üzerindeki karları silkelemeye çalışan küçük bir çocuk canlandı zihninde; gözleri buğulu bir cam gibiydi çocuğun, ruhu parmaklarından akıyormuşçasına titriyordu lâkin aceleyle karları temizlemeye devam ediyordu. Devam ediyordu zira bırakırsa anıları karlar altında donacak ve birer birer çatlayacaktı, O'nu geleceğe çıkaracak geçmişi paramparça olacaktı ve çakılacaktı zemine çocuk; biliyordu bunu, yaşı küçüktü lâkin ruhunun bedenine karşı bağımsızlık ilan etmesinden çok zaman geçmişti, ruhu 'acı' yaşına ulaşalı çok olmuştu zira.
Soğuktan titrediğini sanıyordu parmaklarının, beyaz parmakları kıpkırmızı kesilmişti zira; lâkin o an fark edemese de parmak uçlarına saklanmıştı ruhu, karlar altındaki anılara ulaştığında sadece bakmakla değil, dokunarak da hissetmek istiyordu naif ruhu. Ve işte o an titrek kırmızı parmaklar buluştu kahverengi ahşap dokuyla, ruhu ağladı çocuğun, nasıl da güzel bir şeydi böyle, bir anıya dokunmak? Kahverengi piyanosunun her bir tuşunda gezdi parmaklar, her bir tuşunda birkaç gözyaşı feda etti ruh; çocuk ilk defa 'acı' yaşını sadece ruhunda değil, bedeninde de hissetti.
Gözleri buğulu bir cam gibiydi çocuğun, adı ise Min Yoongi; adının anlamını bilmezdi zira O'na açıklayacak kimsesi yoktu piyanosu dışında, o da kendince uydurdu kendine bir anlam; yalnızlığın çaldığı hüzünlü melodi, dedi. Zamanla sadece ismi değil, kendisi de karışıverdi bu melodiye.
Min Yoongi her şey için çaldı; hüzün, acı, kayıplar için ruhundan nice parçalar bıraktı tuşlar üzerinde; lâkin notalara yakıştıramamıştı mutluluğu hiç, kendisine yakıştıramamıştı, dudaklarına yakıştıramamıştı. Oysa şimdi zihnindeki küçük çocuk bir dokunuş hissediyordu parmaklarında, soğuk tuşların bıraktığı hislerden oldukça uzaktı bu, çiçekler ekiliyordu sanki parmaklarından ruhuna giden yola. Çocuğun buğulu gözlerinde parlıyordu Park Jimin'in gülüşü, dokunuşu; bir çift yıldız bırakmıştı Park Jimin gözlerine ve korktu Min Yoongi. Yıldızların kaymasından ziyade, taşıyamayacağından korktu, hak etmediğinden korktu.
Mutluluğu gerçekten hak etme'nin, bu kadar büyük bir yük bırakacağını bilemedi Min Yoongi, elini hızla geri çekti pembe saçlı çocuğun yumuşak tutuşundan.
"Ne yaptığını sanıyorsun?" diye sordu kızgınca; trenin kapıları çoktan kapanmış, raylar üzerinde acı sesler bırakarak ilerliyordu Tokyo-Petersburg treni. Min Yoongi arkasına dönüp bir elini kapının penceresine yasladı alnı ile birlikte, her gün uğrayıp yalnızlığını dinleyen istasyon, karlar altındaki bir anı gibi geride kalıyordu. Sinirlendiğini hissetti lâkin kime karşıydı bu öfkesi bilmiyordu, bilinmezlik çoktan yöneltmişti sivri oklarını ruhuna.
Kapıdan uzaklaşıp trenin içinde yavaşça ileri geri yürümeye başladı, bir eli saçlarını sıkıştırıyor olmasına rağmen düşüncelerini avuçladığını hissediyordu, daha da sıktı parmaklarını onları susturmak istercesine. "İyi misin?" diye sordu pembe saçlı çocuk, isminin Park Jimin olduğunu öğreneli çok olmuştu lâkin, tedbirli adımlarla Yoongi'nin yanına yürüyüp parmak uçlarında yükseldi ve saç tutamlarını sıkıştıran yumruğu kendi minik avucu arasına aldı. Ardından gözlerinde hafif bir kırgınlık ve pişmanlık olmasına rağmen, gülümsedi.
Kasıldı ilkin Min Yoongi'nin bedeni, bakışlarını nereye odaklarsa daha az sızı hisseder kalbinde diye düşündü saniyelik; zira Park Jimin'in gözlerindeki ifadeler de, dudaklarındaki gülümseme de kalbine düşüyordu her şekilde. Park Jimin düşüyordu yavaşça kalbine lâkin buğuluydu Min Yoongi'nin gözleri, fark edemedi, kendisine dokunan gencin bedenini gevşetmesine izin verdi sadece.
"Beni neden bindirdin bu trene?" diye sordu mırıltı şeklinde, zira sesi yükselecek cesareti bulamıyordu kendinde çünkü çok yakınındaydı Park Jimin; kokusu kokusunda, teni teninde, bakışları kendi bakışlarındaydı. Lâkin Min Yoongi merak etti çok kısa bir an, kendi kalbindeki sızı da, O'nun kalbinde miydi?
"Çünkü," diye bir nefes verdi Park Jimin, dudaklarına çarptı nefesi Min Yoongi'nin, bir tutam çiçek bırakıldı dudaklarına. "Çünkü sen, mutluluğu en çok hak edensin."
Ardından küçük, çok küçük bir öpücük bıraktı Min Yoongi'nin burnuna, dudaklarına bırakılan nefesteki bir demet çiçek yer etti burnunda. Gözlerini kapattığını dahi fark edememişti Min Yoongi, öyle bir sızıydı bu kalbindeki; kirpiklerini dizerse o sızının üzerine geçer belki sanmıştı, yanıldı. Park Jimin yumruğunu bırakıp uzaklaşınca kendinden, sızı daha da arttı.
Gözlerindeki kırgınlık sesine de dokunmuştu, kısık bir sesle söyledi. "Eğer inmek istersen seni zorlayamam, bir sonraki istasyonda inebilirsin." Lâkin kendisi, dokunuşları, gülümsemesi dahil yaşanan her şeyi unutacağından bahsetmedi, kırgındı ruhu.
Cevap veremedi Min Yoongi, siyah duyguları o kadar çok ağırlamıştı ki ruhunda dokunuşları bile kara lekeler bırakırdı; oysa Park Jimin mutluluk vaat ediyordu kendisine, kendi düşüncelerinin aksine en çok hak ettiği şey olduğunu söylüyordu lâkin bir türlü inandıramadı düşüncelerini, susturamadı zihnindeki itiraz dolu düşünceleri. Oysa düşüncelerinin aksine ruhu tek bir şey dile getiriyordu; o da parmaklarını mutluluğun beyazıyla temizleyip karşısındaki güzel çocuğa dokunmak, yanaklarını okşamak, ellerini tutmak isteğiydi. Ruhu temizlenmese de olurdu onun için.
Tam dudaklarını aralamış bir şeyler söyleyecekken bulundukları vagonun sürmeli kapısı büyük bir hızla açıldı, içeriye tavşan dişli ve kendilerinden daha küçük gösteren bir çocuk girdi nefes nefese. Bir süre soluklandı yüzü yere eğikken, ardından doğrulduğunda Jimin'in ağzından bir sevinç nidası fırladı istemsizce, ikisinin hızla birbirine sarılmasını izledi Yoongi aralanmış dudaklarıyla.
"Seni kurabiye hırsızı! Seni varya, çok çok özledim ben." Çocuğun kim olduğunu veya Jimin için değerini bilmeyen Min Yoongi ifadesizce izledi onları, Jimin'in kendisine temas edince gevşeyen bedeni başkasına olan temasıyla kasılmıştı yine gergince, lâkin bu gerginliğin sebebini de bilmiyordu Min Yoongi. Birbirlerinden ayrıldıktan sonra Jimin Jeon Jungkook'la tanıştırdı Min Yoongi'yi, beraber kabinlerden birinin içine oturdular ardından. Jimin ve Jungkook'un neşeli konuşmaları doldururken kabini, Min Yoongi sadece onları izledi; ya da sadece Park Jimin'i.
Trenin daha kaç durakta duracağını bilmiyordu, daha kaç yolcu alacağını, ya da daha kaç kişinin Park Jimin'in yakını olduğunu. Lâkin Min Yoongi biliyordu ki çoktan özlemişti Tokyo istasyonunu; sadece ikisinin beraber olup konuştuğu, beraber güldükleri ve beraber bindikleri o istasyonu.
Lâkin Min Yoongi, bu trene beraber el ele binenlerin zaten birbirlerinin en yakını, tek yakını olduğunu yine bilmiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tokyo-petersburg treni, yoonmin
FanfictionKendimi gerçekte var olmayan bir trenin içinde bulduğumda, saat altıyı beş geçiyordu. 17/02/2017 ~ 26/04/2017