Min Yoongi'nin ruhu, açılmamış bir deniz kabuğu gibiydi; dışıyla büyülenen kim varsa açmayı denememişti içini, oysa Min Yoongi nice renkte inciler barındırırdı kabukları ardında, kimseler göremezdi.
Hissederdi Min Yoongi, kabuğunda çeşit çeşit duygu barındıran dokunuşlar hissederdi; dokunuşların her birine bir renk adayıp da açardı incilerini içinde. Belki de bu yüzdendi, artık incilerinin siyah olmasının sebebi.
Belki de korkuyordu insanlar, Min Yoongi'nin ruhunda görecekleri siyahtan korkuyordu; o yüzdendi rengarenk kabuğunda takılı kalmaları, Min Yoongi'nin ruhunu unutmaları. Ama Yoongi gözlerini kapattıkça fazlasıyla tozlu anılar dolaşıyordu zihninde, her birinde kısılan gözler ve çiçek kokan gülümsemeler hâkimdi.
O gün Min Yoongi, ilk defa birilerinin deniz kabukları yerine içinde özenle sakladığı incilerine dokunduğunu hissetti; o incilerine gözyaşlarını mı yoksa tebessümlerini mi saklasa bilemedi. Lâkin bildiği bir şey varsa, o da incilerinin en çok Park Jimin'in küçük parmaklarında en göz alıcı şekilde parladığıydı, gülümsemeden edemedi.
Park Jimin dokunuyordu ruhuna, başka kimselere ihtiyaç mı vardı yahu? Parmakları saçları arasında kaybolan adama özel olmak istedi, uçamayacağını bildiği halde gökyüzünü hayal eden adamın gökyüzüsü olmak istedi.
Lâkin korktuğunu söylüyordu Park Jimin, ve mutluluklar önündeki en büyük engeldi korkular. Yoongi ile birlikte mutlu olursa unutacağından korkmuştu, Yoongi'nin bir anıya dönüşmesinden korkmuştu. Her daim bencilliğinin arkasına sığınan Min Yoongi ilk defa kalkanına kızdı, bencilliği için suçladı kendini.
Oysa şimdi beraberlerdi, şaşırtıcı derecede farklı odaları olan bu gerçekdışı trendelerdi ve nerede biteceği bilinmez bir yoldu bu düştükleri. Park Jimin trenin mutfağında, kendisine en sevdiği sütlü kahvelerden yapıyordu ve eriyordu yavaşça karlar. Min Yoongi hatırladıkça daha da artıyordu Park Jimin'e olan hisleri, daha da kontrol edilemez oluyordu kalp atışları; lâkin ne Min Yoongi şikayetçiydi bundan, ne de Park Jimin pişmandı Yoongi'yi bu kadar altüst ettiği için.
Mutlulardı; henüz parmak uçlarından düşen küçük çiçekler kadardı mutlulukları, zira ikisinin de doluydu avuçları mutluluğu taşımak için. Lâkin yine de, şikayetçi değillerdi.
"Kahvelerimi hep sana mı yaptırırdım ben yahu?" diye sordu Min Yoongi küçük bir tebessüm kondurduğu mırıltılı sesiyle. Tezgahın başında ciddiyetle çalışan bir Park Jimin izlemek oldukça hoşuna gitmişti; hep bu görüntüyle karşılaşacaksa kahvelerini O'na yaptırmak çok daha cazip geliyordu kulağa.
Kıkırdadı omuzlarını silkerken Park Jimin, elindeki cezveden kahveyi siyah kupaya dökerken hafif iğneleyici bir tonda konuştu. "Bir keresinde kendin yapmaya kalkmıştın da taşırıp elini yakmıştın, sonra da beni suçlamıştın. Neymiş, kahveyi dökerken gülmemeliymişim, hatta senin bakmadığın hiçbir an gülmemeliymişim çünkü içinde tebessümlerimi biriktirdiğin bir kutu varmış, her gülümsememi orada saklıyormuşsun."
Min Yoongi'nin yüzündeki gülümseme dondu saniyelik, hatırlıyordu o anıyı ve bunları söyledikten sonra Jimin'i gülümsemesinden nasıl öptüğünü de hatırlıyordu; bu o kadar heyecan verici bir histi ki gülümsemesini taşıyacak gücü bulamadı dudakları, o hissi tekrar tatma muhtaçlığını taşıyabildi sadece.
Asılı kalmış bir gülümseme eşliğinde eğdi yüzünü masaya doğru, kim bilir daha nice güzel anıları vardı Park Jimin'le lâkin Jimin bahsetmedikçe zorluk çekiyordu hatırlamakta. Önemli değildi, zira Jimin'in O'na yardımcı olacağını biliyordu zaten ama sabırsızdı işte Min Yoongi, bir an önce korkusuzca sarılıp belki de öpmek istiyordu O'nu, engel olamıyordu içinde kaynayan yoğun hislere.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tokyo-petersburg treni, yoonmin
FanficKendimi gerçekte var olmayan bir trenin içinde bulduğumda, saat altıyı beş geçiyordu. 17/02/2017 ~ 26/04/2017