Bu ne güzel, ne de sevilesi bir görüntüydü Min Yoongi için; dudaklarındaki çiçek gülümsemelerini, bakışlarındaki sıcak sevgiyi bastıramıyordu bir türlü.
Konpartımana girmeden önce yaşadıkları oldukça yakın anlar utandırmıştı Park Jimin'i şimdi, hafif kızarmış yanakları ve bir türlü bastıramadığı hafif gülümsemesi yüzünde yerini korurken, engelleyemediği için saklama ihtiyacı hissetmişti ve en güzel sığınağıydı Min Yoongi'nin omzu Park Jimin için; biliyordu ki yalnızca utandığında değil üzüldüğünde, sevindiğinde, evini özlediğinde bile sığınak olurdu kendisine Min Yoongi, Park Jimin sevdiği adama muhtaç olmaktan ileri gidemezdi.
Bu muhtaçlığı da severdi Park Jimin, en az Min Yoongi'yi sevdiği kadar; doğrusu Min Yoongi'nin kendisinde bıraktığı bütün etkileri severdi de. Yalnızca bazen hissettiği sevgi küçük kalbine ağır gelir, taşıyamadığını hisseder, nefessiz kalırdı; böyle zamanlarda Min Yoongi'nin boynu nefesleri olurdu Park Jimin'in, O'nun bıraktığı ağırlıktan kaçarken yine O'na sığınıyor oluşlarını solurdu Min Yoongi'nin boynunda.
Güzel kokarkı Min Yoongi; bir demet çiçek kadar taze, terk edilmiş bir liman kadar hüzünlü, kanatları kül olmuş bir melek kadar sevgi dolu kokardı Min Yoongi, ne için sığındığını unutturacak kadar sarhoş ederdi Park Jimin'i kokusuyla, Park Jimin ise her bir unuttuğu ayrıntı için bir öpücük bırakır, Min Yoongi'nin kalbinde ne denli etkilere sebep olduğunu bilmeden, Min Yoongi'yi çok güzel severdi.
Öyle güzel bir sevgiydi ki Min Yoongi'nin boynundaki öpücükler, melekler kanatlarındaki güzelliği kıskanmış olmalıydı; Min Yoongi'nin boynu kanatları kül olmuş bir melek kadar sevgi dolu kokardı çünkü.
Tren tekrardan harekete geçmiş, bilinmeyen lâkin toprağına mutluluğu işlemiş şehirlere doğru ilerliyordu şimdi; pencereden hızla kayıp giden ağaçlar, kurak vadiler selamlıyordu kendilerini lâkin Min Yoongi'nin önemsediği bir manzara değildi bu, kendisinin bütün manzarası da, bütün bakışları da Park Jimin'e aitti. Asla şikayetçi olmaz, izlerken Park Jimin'in saçlarına, kirpiklerine ve parmak uçlarına birer papatya işlenmiş öpücüklerini bırakmayı ihmal etmezdi.
Kırıklarını yalnızca kendilerine saklayacak kadar seviyorlardı birbirlerini yahu, bundan ötesi mi olabilirdi? Bir adamın en aciz noktasıydı kirpikleri, parmak uçları; bunu biliyormuşçasına gezinirdi her seferinde dudakları özellikle oralarda, bıkmadan, usanmadan çiçeklerle sararlardı kırıklarını.
Yine o gün, Min Yoongi'nin en sevdiği görüntülerden biri sahneleniyordu beyaz boynunda; Park Jimin'in yanakları yaslıydı boynundaki kırık kirpik izlerinde ve kokusunun arasına Park Jimin'in dudakları karışmıştı. Şaşırıyordu Min Yoongi, böylesine sevildiği, kendisini unutturacak kadar sevdiği için; oysa birkaç gün önce tek uğraşı kendini hayatta tutmaya çalışmak iken şimdi boynundaki nefeslerin sıcaklığını unutmamak adınaydı ciğerlerine sakladığı nefesler. Soğuktu çünkü kendi nefesleri, Park Jimin'inkilerin aksine; ruhunu sıcacık yapan bu adamı nefesleri yapıvermesi de bundandı belki de.
"Jimin," diye mırıldandı hafifçe, Jimin'in kulağına doğru; halinden ne kadar memnun olduğu sesindeki eğlenen tınıya işlenmişti tek tek. "Kaldır hadi başını güzelim, biraz daha boynuma gömülürsen yetmeyecek nefeslerin."
Omuzlarını silkti Park Jimin hızla, avuçları arasındaki beyaz eli sıktı hafifçe. Boğuk çıkan sesiyle konuştu. "Jungkook'un bakışları utandırıyor hyung, hem yetmesin nefeslerim, boynunun kokusu son nefesim olur böylece."
Başını salladı iki yana Min Yoongi, karşı koltukta oturan üçlü hararetle ve gürültüyle bir şeyler konuşuyorlar, sesli kahkahalarını bırakmaktan çekinmiyorlardı. Aslında Min Yoongi ile Park Jimin'in tamamen farkındalardı, lâkin o kadar tatlı görünüyorlardı ki laf atma işini ertelemiş, ikiliye anlarını yaşamaları için fırsat vermişlerdi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tokyo-petersburg treni, yoonmin
FanficKendimi gerçekte var olmayan bir trenin içinde bulduğumda, saat altıyı beş geçiyordu. 17/02/2017 ~ 26/04/2017