Şaşkındı Min Yoongi, kendisi için oldukça yeni olan onlarca an'ı aynı zamanda yaşıyordu; yerlere uzanmış gözlerinden yaş gelene dek gülen ikiliyi tuhaf bir yüz ifadesiyle izlerken, Park Jimin'in parmak uçlarından yayılan yumuşaklık dudaklarına hafif bir gülümseme asıyordu, bulunduğu durumdan hiç bu kadar memnun olmamıştı Min Yoongi.
Park Jimin'in, kendi yokluğunu hissedip derhal kendisine sığınmış olması kendisinde öyle tarifi imkansız bir his bırakmıştı ki, tarif etmek yerine parmaklarına yazdı Min Yoongi o hissi tek tek, o parmaklarıyla kalbindeki çiçekleri okşadı sadece. Anca böyle dindirebilir sandı o hissin bıraktığı kalp ağrılarını; eğer Park Jimin günün sonunda kendisine, dünyadaki tek limanı O imişçesine sığınacaksa razıydı uzak kalmalara. Ama yalnızca günün sonunda sığınmak şartıyla, yoksa O'nsuzluğa tahammülü olabilir miydi? Hem nasıl canlı tutardı kalbindeki çiçekleri, Park Jimin'in parmaklarına yazdığı eşsiz hisler olmadan? Düşüncesi bile korkuttu Min Yoongi'yi, parmakları Park Jimin'in parmak uçlarından kayıp parmakları arasına kenetlendi sıkıca, Park Jimin'i kendi terk edilmiş limanına sakladı yalnızca.
Bırakmaya niyeti yoktu yahu, kimsesiz limanında O'nu kendinden almaya cüret edecek kimler olabilirdi hem? Ama korkuyordu işte Min Yoongi, birileri çıkmasa bile rüzgar eser alabora ederdi limanı, Park Jimin'i kendine bağladığı ipler zamanla eskir de kopar diye korktu. Yine de oturdu ve yazdı parmak uçlarına Park Jimin'i, ardından kalbindeki çiçekleri okşadı, kimsesiz limanındaki esintilerden korudu O'nu.
Min Yoongi, yalnızca kendisine sakladı Park Jimin'i; Park Jimin ise, yalnızca Min Yoongi'nin parmak uçlarına yazılmış bir şiir olarak kaldı. O kimsesiz limana ise, kimseler ayak basamadı.
Neşeli kahkahalar sonunda nefes nefese kalmış ikili, yavaşça yerlerinden doğrulup oturur pozisyona geçtiler ve sırtlarını trenin kapısına yasladılar; Jungkook derhal aralarına yerleşmiş ve yüzünde bariz belli bir mutlulukla bir yanındakilere, bir de karşısında ayakta duran Yoongi ve Jimin'e bakıyordu. Ellerini çırptı heyecanla, Taehyung küçüğün durmak bilmeyen ellerini bileklerinden tutup kucağına indirdi ve "Tamam şu an sendeyiz Kook," diye söylendi gözlerini devirirken.
Yüzündeki sırıtması genişleyen Jungkook ilk önce burnunu kırıştırdı hafifçe, ardından bileklerini Taehyung'un tutuşundan kurtardı ve eliyle reverans yaparak Min Yoongi'yi işaret etti; Min Yoongi ise gözlerini devirmekle yetindi. "Bu beyefendi, tanıdığınız üzere Daegu'lu Prens Min Yoongi; aramıza yeniden teşrif etme şerefini bize buyurmuşlardır. İlk önce O'na, ardından siz iki salak sevgiliye hoşgeldin dileklerimizi iletiyoruz!" Ardından tekrar hızlıca çırpmaya başladı ellerini, lâkin bu sefer kendisini engelleyen kişi Hoseok oldu; kolunu Jungkook'un boynuna sarıp başını kucağına çekti ve saçlarını hızlıca karıştırmaya başladı.
"Seni velet, büyüklerinle düzgün konuş." Ardından Jungkook'un başına küçük bir öpücük kondurup bıraktı O'nu, Jungkook ise olağanüstü dağınık saçlarına rağmen halinden oldukça memnun bir şekilde yüzündeki sırıtışı koruyordu. Hoseok hızla ayaklanıp omzunda Park Jimin'i ağırlayan Min Yoongi'ye adımladı yüzünde mutlu olmuş bir ifade ile; ikisini de kocaman kolları arasına çekip sarıldı, ardından Taehyung katıldı bu sıcak sarılma merasimine. "Aramıza tekrardan hoşgeldin Yoongi Hyung," diye konuştu Hoseok, lâkin kelimeleri Park Jimin'in saçları arasında kaybolup boğuk bir ses yığını olarak döküldü, gıdıklanan Jimin ise yorgunca kıkırdamakla yetindi.
Ne diyeceğini bilemedi Min Yoongi, henüz bu yeni insanları hatırladığı söylenemezdi, karşılık vermese kabalık etmiş olur muydu? Bir teşekkür mırıldanmayı tercih edeceği sırada Taehyung'un sözleriyle minnetle gülümsedi hafifçe. "Bizi henüz hatırlamadığını biliyoruz hyung, bunun için kendini kötü hissetme lütfen. Zamanla hatırlamana gerek kalmayacak kadar bizlerle dolu olacak zaten günlerin."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tokyo-petersburg treni, yoonmin
FanficKendimi gerçekte var olmayan bir trenin içinde bulduğumda, saat altıyı beş geçiyordu. 17/02/2017 ~ 26/04/2017