Kesilen pastadan, paylaşılan mutluluktan ve beraber söylenen şarkılardan sonra yedi genç, ortak salondaki koltuklara çiftler halinde oturmuşlardı; Jeon Jungkook ise koltukların tam ortasına yere oturup bağdaş kurmuştu, hyunglarının dikkatinin üzerinde olmasını istiyor ve bunu ayrıca seviyordu.
Kimseler konuşmuyordu; bir sessizlik solunuyor, bir sessizlik dinleniyordu lâkin hiç kimseler şikayetçi değildi bundan. Zira sessizliğin anlattığı şeyler öylesine dinlenilesi, öylesine huzur kokuluydu ki; yedi genç o gün, aslında hissettikleri hislerin nasıl da bir olduğunu öğrendi sessizliği dinleyerek. Ve birbirlerine bakışlarında bile, sessiz bir bağın izi hâkimdi, sessiz bir bağın yazdığı antlaşmaya mahkum oldu o gün yedi genç.
Sonsuza dek bir, diyordu o bağ yazdığı antlaşmada; sonsuza dek genç, diyerek noktalıyordu cümlesini. Kirpiklerin bir saniyelik temasıyla yanaklarına, her biri onayladı bu sessiz ama sonsuz antlaşmayı, kimseler de, pişman olmadı.
"Bana bin ömür vaat etseler," diye mırıldandı Jeon Jungkook elindeki kibritlerle oynarken. Sessizlik bile sessizliğe bürünüp, pür dikkat dinledi küçük olanın kelimelerini. "Bin ömrü garantileseler dahi, sizinle geçecek bir günüme değişmem."
Park Jimin, Min Yoongi'nin dizine yatırdığı başını küçük olana doğru çevirdi; Jeon Jungkook utandığından olsa gerek, başını eğdiği kucağından kaldıramıyordu bir türlü. Oysa Park Jimin'e baksa o an, ne de özel bir gülümseme görürdü dudaklarında; yalnızca kendilerine özel, kendilerine güzel bir gülümseme. Park Jimin'in gülümsemeleri her daim güzeldi de, çevresinde bulunan insanlar ayrı bir güzel kılardı gülümsemelerini, Park Jimin'e bahşedilmiş özel bir güçtü bu.
Ve Park Jimin'e göre, çevresindeki bu altı adamdan daha güzel birileri yoktu hayatında; ondandı en güzel gülümsemelerini O'nlara sunması.
"Kurabiye bugün çok uysal," diye söylendi Kim Taehyung sahte bir sitemle donatılmış sesle. Koltukta baş aşağı yatmış, ayaklarını da tepeye dikmişti; dünyaya her zaman farklı açıdan bakmayı seven eğlenceli ve yaratıcı biriydi Kim Taehyung. "Derhal eski haline dön de eğlendir bizi, sıkıldım bak ben."
Bu sözlerinin üzerine Jungkook kendini arkaya bırakıp yere uzandı, şimdi başları yan yanaydı Jungkook ve Taehyung'un. "Üzgünüm hyungum," dedi bir yandan esnerken Jungkook. "Kurabiye bayatladı şimdi, çok yorgun çok, uyuyacak bugün. Siz de çıkın gezin yahu, sanki her gün Venedik'e geliyorsunuz, koskoca bir gününüz var."
"Hoseok ya," dedi başını hafifçe kaldırırken Kim Taehyung. "Bayat kurabiye doğru söylüyor, beni gezdirir misin hm? Bak ben de çok sıkılmıştım hem, lunaparka gitsek ya?"
Jung Hoseok'un, kendisine masum bakışlar atan sevgilisine karşı her daim ayrı bir zaafı vardı, bunu bilen Kim Taehyung ise en sevimli hallerini öne sürmekten çekinmezdi asla. "Ben seninle ne yapacağım?" diye sordu yakınarak Jung Hoseok, ama her iki sevgili adam da biliyordu ki, asıl birbirlerine sahip değilken bir şey yapamazlardı; ondandı belki de yüzlerinden bir türlü düşmeyen, kirpiklerini ıslatan gülümsemeleri.
"Kaldı geriye dört," diye mırıldanan Jeon Jungkook, koltukta bağdaş kurarak oturmuş ve yorgunlukları gözlerinden okunan Kim çiftinin yanına gitti emekleyerek, Kim Seokjin'in bacakları arasına sıkıştı ve başını yasladı dizine; Kim Seokjin çoktan almıştı mesajı, saçlarının okşanmasını istiyordu Jeon Jungkook ve bu isteğini asla dile getirmez, en sevimli sırnaşlarıyla gösterirdi. Küçük olanın huyundan hiçbir şey kaybetmemiş olması, Kim Seokjin'in yüzünde şefkat dolu bir gülümsemeye sebep oldu, ince parmaklarının ne ara küçük olanın saçları arasında gezinmeye başladığını anlamamıştı bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
tokyo-petersburg treni, yoonmin
FanfictionKendimi gerçekte var olmayan bir trenin içinde bulduğumda, saat altıyı beş geçiyordu. 17/02/2017 ~ 26/04/2017